Aynada uzun uzun kendine baktı. Yüzünün her bir köşesini ezberler gibi, ergenlikten kalma sivilce izlerini, ufak tefek morlukları, alnındaki kırışıklıkları tek tek inceledi. Musluğu açıp önce yüzüne birkaç defa su vurdu. Yüzünden süzülen sular aynada sanki ağlıyormuş gibi bir görüntü yaratıyordu fakat uzun zamandır ağlayamıyordu, çok istese de. Lavabonun yan tarafında duran tıraş makinesini aldı, şarj kablosunu çıkardı ve çalıştırdı. Hiç tereddüt etmeden makineyi saçlarına daldırdı. Yıllardır uzattığı saçları kırışık alnından lavaboya düşerken hatıralar bir bir canlanmaya başladı gözünde.

Bir haftada hayatı alt üst olmuştu. Bir hafta öncesine kadar iyi bir işi, iyi giden bir ilişkisi varken şu anda işi yoktu, sevgilisi onu terk etmişti, ailesi ve arkadaşlarıyla büyük bir kavga etmişti. Elinde tek kalan kitapları, 80’lerin sonundan kalma bir daktilosu ve 96 model motosikleti kalmıştı.

Saçlarını kesmeyi bitirdiğinde yeni haline baktı tekrardan, uzun uzun. Bir yabancıyla göz göze gelmiş gibiydi. Belli ki yeni haline alışmak biraz zaman alacaktı. Tuvaletten çıktı ve banyoya girdi. Normalde ılık suyla duş alırken buz gibi suyun akışına teslim etti kendini. Su giderinden akıp giden, kafasının dibinde kalan kesilmiş saçların giderden akışını izlerken tek bir düşünce vardı aklında, huzur istiyordu, uzun zamandır arayıp bulamadığı. Ama özellikle son bir haftadır yaşadıkları ve öncesi git gide aradığı huzurdan uzaklaştırmaya başladı onu. Duştan çıkıp üstün körü kurulandıktan sonra balkona çıktı. Sonbahar rüzgârı hafif ıslak vücudunu yalayıp geçerken bir sigara yaktı. Sigarasını içerken boş ve karanlık sokağı izledi. Rüzgâr vücuduna her vurduğunda zihninde pek de eski olmayan bir şarkının melodisi yankılandı.

Biraz sonra içeri girdi, siyah tişörtünü ve siyah pantolonunu giydi, çantasına rastgele 3-5 kitap, birkaç tişört ve şort, iç çamaşırı ve eski defterini koydu. Masanın üzerinden sigarasını, cüzdanını, telefonunu, kulaklığını ve motosikletin anahtarını aldı, kapının yanındaki anahtarlığa asılı olan gözlüğünü başına takıp kapıyı hiç gelmeyecekmiş gibi çekip kilitledi. Apartmandan çıkıp on metre kadar yürüdükten sonra motosikletine oturdu, anahtarı deliğe yerleştirdi fakat hemen çalıştırmadı. Bir şeyler düşünmek istiyordu, her hangi bir şey. Saçma sapan dahi olsa düşünmek istiyordum ama düşünemiyordu. Ya kafası olan bitenden dolayı fazla doluydu ya da gerçekten düşünme yetisini kaybetmişti.

Bir sigara yaktı ve motosikleti her zamanki gibi, büyük bir gürültüyle çalıştırdı. Sokaktan çıkıp ana yola, oradan da sahil yoluna doğru sürdü motosikleti. Aklında belli bir rota yoktu, sadece o an nereye doğru gitmeyi hissediyorsa oraya doğru sürüyordu külüstür emektarı.  Sahil yolu bomboştu. Öyle ki, her gece orada sabit devriye atan polisleri dahi görmemişti. Ölümü düşündü o an, ölmeyi, istemsizce, yıllardır aradığı huzuru düşündü, birden farları kapadı ve gaza asıldı. Gecenin kör karanlığında oldukça hızlı bir şekilde ilerliyordu. Biraz ileride bir parıltı görür gibi oldu ve farları açtı. Yolun ortasında beyaz elbiseli bir kadın duruyordu ve aralarında çok az mesafe kala firene asıldı ama motor pek de yavaşlamadı. Kadına çarpmamak için sağa kırdı, motosiklet yol kenarındaki bir tümseğe çarpıp savrulmaya başladı ve kendini yol kenarındaki çimlerin üzerine attı. Çimlerin üzerinde biraz yattıktan sonra zorlukla yerinden doğruldu. Sağ kolu ve kalçası sızlıyordu. Topallayarak on beş metre ilerideki motorun yanına gitti ve güçlükle motoru yerinden kaldırdı. Far çatlamıştı ama görünürde ciddi bir hasar yoktu. Motora tekrar oturdu ve anahtarı çevirdi, çalışmadı. İkincide biraz zorladı ve motoru çalıştırmayı başardı. Motordan inip el yordamıyla çimlerin üzerinden yol kenarına taşıdı, bindi ve farı açtı. Etrafına şöyle bir bakındı, önce halis gördüğünü varsaydı, beyaz elbiseli kadını kayalıkların üzerinde görene kadar.

Anahtarı çevirip yerinden çıkardı ve kadının yanına gitti. Kayalıklara geldiğinde kadın arkasını dönüp ona gülümsedi ve elini uzattı. Elini tutup yukarı çıktı ve birkaç kayanın üzerinden atlayarak denize yaklaştılar. Kadın deniz dibindeki kayalardan birine oturup ayaklarını suya soktu, ayakkabı giymiyordu. Eliyle “otur” gibisinden bir işaret yaptı ve sorgusuz sualsiz kadının yanına oturdu. Uzun ve kan kırmızısı saçlarını eliyle geriye attı ve başının yan tarafından iki tane sigara çıkardı. Teni sönmek üzere olan bir yıldızdan daha parlaktı. Öyle ki, üzerindeki elbise bile teninin beyazına nazaran kirli gözüküyordu. Cebimden çakmağını çıkardı ve kadına uzattı. Kadın iki sigarayı yaktı ve birini ona uzattı. Kadın durgun suya kilitlenmiş şekilde sigarasını içerken gözlerini ondan alamıyordu. Biraz sonra kadın gülümseyerek gözlerini gözlerine dikti. Elini yüzüne götürdü, pürüzlü yanağını biraz okşadıktan sonra elini ensesine götürdü ve yavaşça kendine çekti. Dudaklarına ıslak bir öpücük kondurdu. Gülümsedi ve tek bir cümle döküldü kırmızı dudaklarından;

“Henüz zamanı değil.”

Elini tutup ayağa kalktı ve kayalıkların üzerinde yavaş adımlarla yürüyerek gecenin karanlığına kayboldu. Kadın gidince cebinden telefonunu ve kulaklıklarını çıkarttı. Play tuşuna basıp bir sigara daha yaktı, gaibe karışmış bir ozan şu sözleri haykırdı kulağına;

“ Her şey tazelendi,
Yeniden fark ettim.
Nasıl unuttum nasıl kaybettim?
Gördüklerim gerçek mi inanmak çok zor,
Bir yabancıyım ben artık her şeye.
Korku içinde geçiyor şimdi hayatım,
Beni korkutan nedir bilmeden.
Birden kesiliverse bu sıkıntı bu çile,
Cehennem dönüverse cennete…”

Usta gitarının telleriyle feryat figan haykırırken gün aydınlanmaya başladı.