Gördünüz mü bu beyi bilmem. Ayağında ruganı vardır saçında tokası. Pantolon askısını kemere tercih eder ama kadife pantolonu da pek sever. Sakalı her zaman taralı. Ailenin en büyüğü. Ne Yaz gibi evin serserisi, ne de Baharlar gibi ikizler burcudur. Her sene aynı tarihlerde evine döner. Üç ay sonra ayrılacağını bile bile kıyafetlerini teker teker çıkarır, elleriyle ütüler ve dolabına asar. Zevkli adamdır. Odasını da kimseye dokundurtmaz, kendi siler süpürür. Başına buyruktur ama kendi içerisinde tutarlıdır. Tahmin edilebilirdir ama her zaman şaşırtır. O üç ay boyunca her sabah erkenden dağın tepesindeki kulübesine tırmanır. Bakır cezvesinde odun ateşinde türk kahvesini pişirir “sade”ce. Fincanına doldururken yavaşlar, odun çatırtısıyla birleşen o dökülme sesinin tadını çıkarır. Fincanını alır ve camın kenarındaki koltuğuna oturur. Gerçek deridir. Sigarasını şömine kibriti ile çoktan yakmıştır. Sonraki sigaralarını da birbirlerine ekleyecektir. Kulübeye adımını attığı anda başlayan karın yağışından gözlerini zorla koparıp; yanında getirdiği yazılara elini atar. Her sene, yüzyıllardır yaptığı rutinidir bu. Tası da hamamı da aynı bırakır aynı bulur. Değişmez. Değişen tek şey okuduğu kitaplardı. Kitaplar insan üretimidir, insanları anlatır. Mevsimsiz aşkları, yeşilin açlığına olan savaşları anlatır. Bu kitaplar o kitaplar değil. Kış, insanları okurdu kitap niyetine. Her sene insani olmayan başka bir insanı… Empatiyi, daha doğrusu empati kuramamayı da, bu insanlardan öğrendi. Soğukluğu, başına buyrukluğu, sert olmayı Arada gazete de okurdu gerçi. “Merapi Ağa ateş püskürüyor!” ya da  “Sandy Hanım esip gürledi!” gibi başlıklar; pek tatsız kelime oyunları ile Kış’ın gözlerini devirtirdi. Kıytırık gazetecilik numaraları dışında yaşananlar gerçekti tabii. Gazeteler doğal sorunları yazardı. Gazete doğaydı onun memleketinde. İçindeki her şey de doğaldı haliyle. Kitaplar ise insanlardan ibaretti. İnsanlar kitaplardan ibaret olmasa da. 
 
İnsanlığı yanlış öğrendi Kış. 
İnsani olacağına; insansı oldu Kış.