Titreyen gece lambamın loş ve titrek ışığı altında, titreyen ellerimle, saatimiz ümitsiz sesiyle, gözlerim seğirirken yazıyorum bu yazıyı. Ara sıra kağıttan kayıyor ilgim, cümleyi toparlayamadığımı fark edip kurmaktan vazgeçiyor, siliyorum. Eski yüzüğümü inceliyorum bir yandan. Ne kadar da eski –bir o kadar da yeni görünüyor (yamukluğu hariç)-.Düştüm bugün, yüzük yamuldu hafiften.

Hafiften… Ne kadar da iç burkan bir kelime. Hem huzurlu, naif hem de kırıcı geliyor kulağa. Oysa herkes bu kelimeyi zaten böyle kullanmaz mı ? Peki kederden mi her şey bu kadar zor ? Ve aslında her şeyin bu denli derin manaları var mı (çoğunu anlayamadığım)?

Mana… Söylemesi ne hoş bir kelime.

Eski dostum kederim ebediyete kadar benimle mi olacak ? Onunla, açıklaması güç şeyler yaşıyorum. Sırasında şu soru ; gitgide tamamen kederle mi kaplanıyorum –en içten dışa doğru- ?

Aklım ermiyor kendi kederime. Öte yandan kederim saten bedenimde sersemce varolmaktan fazlaca hoşnut.

Kederim melankoli formuna bürünmeye çalışınca yerçekimini de hiçe sayan karadelik gibi. İşte o zaman sadece keder demek çok masum.  Azımsanmayacak kadar canım yanıyor. Kolumu bacağımı o karadeliğe kaptırmışım ve gözümün her pikselini tutunabileceğim bir şey arayarak kullanıyorum.

Yok. Hiç – bir – şey – yok ! Kahretsin, tek başımayım. Bir şeye, birine adanamamış olmak… Tutunulabilecek sadece kapı kolu –çıktı çıkacak-. İğdiş edilmiş mantığım ‘’çok şeye’’ mi sebebiyet veriyor yine ? Ah keder, ‘’çok keder’’.

Bazen bir keyif sanki. Hoş, en az okuduklarım kadar, -titrese de- gece lambam, kalemim, eski dostluklarım kadar. Ve zamanlar kadar. Bir zamanlar. Geçmiş, geçmişimdekiler ve geçmişimin süsleri. En gerçek anların rakıyla özdeşleştirildiği, tekmelerden uzak, tekin sahillerde temelli kalınacakmış hissi veren sofradaki bakır meze tabakları. Hepsi etkindir. Ne zaman seni düşünsem –ki inan bana çok nadir- verdiği tesir kadar etkin. Başa mı döndük ? Keder…

Kederin tesiri geçmişi düşünmektir, bakır meze tabaklarını, rakıyı düşünmektir. Ve seni düşünmektir. –sek-

Özleminin acısını çekmeyi sevdiğim, düşümdeki sevgili, zihnimdeki çölde defalarca belirip kaybolan, düşümde saniyede yedi yüz kırk sekiz defa beni varoluşla yokoluşum arasında ‘tam’ seyahatim sırasında parçalayan, düşlediğim sevgilinin tesiti ise kederdir. Kısır döngü, sonsuz keder.

Kararlı olabildiğim an, kedere adabıyla sahip çıkabildiğim an ve kedere bütünüyle hakim olabildiğim andayım, seni çok özledim.

Kederim

Kaderim (mi?)