Sabahları daha güneş doğmadan metrobüse binerdi. Metrobüste etrafa bakmaz, yerlere bakardı hep. Kafasını kaldırmazdı. Durakları takip etmesine gerek bile yoktu, yıllardır bine bine dönüşleri bile ezberlemişti.

Kimse ona karışmasın, yeter. Kirasını ödeyecek para kazansın, karnı gece birazcık tok dursun. Vallahi yeterdi ona. İçinden hep bunları söylerdi kendisine. Büyük şeylerde gözü yoktu, kendini idare etse yeterdi ona. Kırklarını çoktan geçmişti, bir başına tek göz bir odada, bir apartmanda yaşardı. Her daim inşaat sesleri duyardı evinde yatarken. Evine de zaten ancak yatmaya giderdi. Yemek, temizlik, ne iş olsa yapardı tüm gün. Kimse ona karışmasın, yeter. Kirasını ödeyecek para kazansın, karnı gece birazcık tok dursun. Vallahi yeterdi ona.

Metrobüste kafasını yalnızca köprüden geçerken kaldırırdı. Denize ifadesiz bir yüz ile bakardı. Hayatında ilk kez denizi, İstanbul’da Boğaz’ı ilk görüşünde görmüştü. Televizyonda bile görmemişti denizi çocukken. Televizyon yoktu evlerinde. Günahtı. Şimdi kendi evinde de yoktu televizyonu. Günah değildi artık, sadece ona verecek parası yoktu.

Metrobüste etraftan sesler gelse de kafasını kaldırmazdı bir daha. Kimsenin gözlerinin içine bakmazdı. Bebekler ağlardı bakmazdı. İnsanlar gülerdi bakmazdı. Kapılar sertçe açılır bakmazdı. Korna sesi gelirdi bakmazdı. Adeta sessiz bir duaya eşlik ediyormuş gibi kafasını eğer, ellerini aşağıda tutar ve kendini yola bırakırdı. Bu yol onu çalıştığı yemekhaneye götürürdü. İnerdi Balmumcu’dan ve yürürdü. Kafasını kaldırmadan, iyi bildiği yolları yürürdü.

Sabahları bir kız yurdunun yemekhanesinde çalışırdı. Yemekhanenin eksi ikinci katındaki mutfakta hazırlık yapardı. Börek yapar, yumurta haşlardı. En önemlisi ise peynirleri, domatesleri, salatalıkları, maydanozları ve salamları keserdi. Hepsinin bir kesim şekli vardı. Yurt müdiresi, en çok kar edecek şekilde, hepsinin belli bir şekilde kesilmesini isterdi. Keserdi kadın, kafasını kaldırmadan mutfakta tüm gerekenleri hazırlayıp, gerektiği şekilde keserdi.

O sabah da göze batmadan işlerini bir an önce bitirmek istiyordu yine. Ama koridordan gelen hasır topukluların sesini duyunca adeta yüzünden kan çekildi kadının. Müdirenin ayak seslerini tanıdı. Zaten o çocukluğundan beri, kocaman bir evin ortanca kızıyken bile, herkesi ayak sesleri ile tanırdı.

Yurt müdiresi içeri girdi. Yapılanları kontrol etmeye başladı. Kusur arayan her göz gibi o da kusuru buldu: salatalıklar jülyen kesilmemişti. Yemekhaneci kadın da bunu fark ettiği gibi içini korku kapladı. Nasıl unuttum diye panikledi. Neyse ki daha başındaydı işin, hemen toplayabilirdi.

Ama yurt müdiresi kadın ona toplaması için izin vermedi. Salatalıkları jülyen doğramadığı için kızdıkça kızdı kadına. Kafasını asla kaldırmıyordu kadın. Yurt müdiresi vitesi her cümlede daha çok arttırdı. Karşısındaki kadının sakinliği adeta onu gaza getiriyordu. En son, bu salatalıkları doğru düzgün jülyen kesmeyi bile beceremeyen bir orospu olduğunu söyledi kadına. Kafasını hiç kaldırmayan kadın, bu sefer kaldırdı. Direkt olarak gözlerinin içine içine baktı yurt müdiresinin. Yurt müdiresi, bir anlığına içinde bir can havli hissetti, ilk kez görmüştü her sabah çalıştırdığı kadının gözlerini.

Elindeki bıçağı yurt müdiresine defalarca sapladı yemekhaneci kadın. Boğuk sesler ve asla durmayan bir saldırı. Gözlerine ilk ve son kez baktığında patronunun, artık işçisi değil katili idi.

Kendini insanlardan, çalışarak korumaya çalışmıştı. Kimse ona karışmasın, yeterdi. Ama yetmemişti, yine de çıkıp orospu demişti biri ona. Onurunu sessizce korumak istemişti, ama yapamamıştı. Çocukluğundan beri her adımında ona edilen hakaretler yine bulmuştu onu. Bu sefer başını aşağıda tutamamıştı. Yine hakarete uğramıştı. Bu sefer gözlerinin içine bakmıştı küfredenin.

Bıçakladığı yurt müdiresi yerdeydi. Kendine orospu denmesine izin vermezdi. Daha önemlisi, işini yarım yaptı denmesine izin vermezdi. O da, yurt müdiresinin yüzüne salladığı parmağının devamında olan kolu kesti. Kolu kesti, jülyen bir biçimde.