Düşünür gibi yazıyorum sevgili okuyucu.
Eskisi gibi, başladığım gibi. Klavyenin başına ilk geçtiğim anki gibi.
Çünkü anladım ki “kusmak” diye adlandırdığım ve anlamlandırdığım bu oluş, ruhumdaki bir deliği yamıyor sanki. Konserine gittiğin grup en sevdiğin şarkının patlama yerinden önce bir es verir ya, o es uzadıkça uzar. Senin için belki günlerce susar gitarlar, o bagetler trampete inene kadar evlenip çoluğa çocuğa karışacakmışsın gibi gelir. Nihayet, ekonominin düzelme ihtimali kadar uzakta kalan o ilk notalar tekrar vurulduğunda; kalbinde hissettiğin basın göğsüne vurduğu o güçle sarsılırsın. Vücudunu enerji ile doldurduğu gibi zihnini de huzurla doldurur. İşte tam olarak bunu hissettiriyor.
Mutlu son gibi.
En azından tekrar tıka basa dolana kadar.
İlham perisini adlandıranlarla Grönland’ı adlandıranlar aynı insanlar sanırım, bir şeyi neden tam olarak zıttı ile isimlendirirsin ki? İsimlendirme yaparken ironiye bu kadar gerek var mı gerçekten? İlham veren acı ise onun neresi peridir, melek desen “şeytan da bir melek” dersin yırtarsın belki, ama peri? Tam bir zırva.
Bugün burada ağlamamı dinlemek için toplandınız hepinize teşekkürler. Çok da nane molla bir herifim, çıt kırıldım mı denir yoksa? Sizin kürdan dediğiniz sorunlar belki beni Kazıklı Voyvoda ile çarpışıyormuşçasına zorluyordur. İçinde kediler ve onların makatlarını barındıran bir atasözü ile de bu kast ettiğim şey çok kolay açıklanabilirdi belki, ama ben kedileri seviyorum ve hiçbir kedinin dübüründen bir yazımda bahsetmek istediğimi sanmıyorum.
Dert, derdi değersizleştirmez. Dert nabza göredir.
“Aldıkları notlarda derdimi arıyorlar
Ben kitaplığıma çağlar doldurmuşum”
Kâğıt kesiği de küçük bir yaradır, şeytan tırnağı da önemsizdir elbet; ama ikisi de tüm gün zihninizi meşgul edip gününüzü mahvetmeye yetebilir.
Empatide Kayserili esnaflar gibi olun, al gülüm ver gülüm.
Düşündüğüm gibi yazdım sevgili okuyucum.
Ve birkaç kelamım daha var.
Pek araştırmadım ama koskoca Anka kuşu sonuçta, elbet her öldüğünde gürleşiyordur tüyleri. Daha yüksekten uçuyordur. Ve sonra daha yüksekten düşüyordur ölüme. Ve tekrarlıyordur bu döngüyü, her seferinde daha gür tüylerle; daha ihtişamlı, daha gösterişli, daha özverili ve belki daha sabırlı şekilde.
Klişelerin varlık sebeplerinden biri de bazen bir durumu daha iyi açıklayabilmenin mümkün olmaması sanırım. Yumurta kırmadan omlet yapamamak gibi düşün.
(“sanırım” ve “bence” gibi kelimelere bayılıyorum, tahminen konuşmaya da öyle, sanki bir dokunulmazlık kartı oynamış gibi hissettiriyor insana)
Bu yazıyı kendim gibi bırakıyorum.
Eksik, odaksız, anlamsız, kâr amacı gütmeyen, kendini komik sanan, başlamayı becerememiş.
Bitmeyi de beceremeyen.