İlk el sıkıştıkları zamandan yaklaşık iki ay geçti. Bu iki aylık sürede her gün biraz daha yakın oldular birbirlerine.

Rüzgâr müzisyendi; yetiştirme yurdunda büyümüştü ve devletin ona sunduğu memurluk fırsatını kabul etmeyip şehir şehir dolaşıp hayatını idame ettiriyordu. Gittiği şehirlerde pek fazla konaklamaz, en fazla iki ay kalır başka bir şehre giderdi.  Birkaç gece önceki artık rutinleşmiş merdiven sohbetlerinde de bunu dile getirmişti:

“Fazla bile kaldım burada, bu kadar tahmin etmiyordum ama sanırım yakın zamanda gideceğim!”

Ohio özellikle mesleğinden bahsetmemişti, Rüzgâr’ın gözünde farklı konumlanmak istemiyordu ya da yaptığı işten utanıyordu, bunu kendi de bilmiyordu. Hayat ona farklı bir seçenek sunmamıştı. Çocuk sayılabilecek yaşta kendinden çok çok büyük biriyle evlendirilip üstüne onun tacizlerine ve şiddetlerine boyun eğmek zorunda kalmış, sığınmak istediğinde ailesi tarafından dışlanmış ve başka bir seçeneği kalmamıştı. İçten içe onu yargılamayacağını, üstelik elinden geldiğinin fazlasıyla ona destek olacağını adı gibi biliyordu fakat içindeki kuşku tohumları yeşermişti bir kere, artık balta işlemezdi kesilmelerine.

Gece yine geç geldi Ohio, bu sefer fazlaca yorulmuş vaziyette. Apartmana girmeden Rüzgâr’ın penceresine baktı, ışık yoktu. Uyuyordur ya da henüz eve gelmemiştir diye düşündü, bazı geceler ondan bile geç gelirdi. Eve girer girmez kapı önünde soyunup direkt duşa attı kendini, gecenin pisliğinden bir an önce arınıp uyumak istiyordu. Duştan çıktı ve bir sigara yaktı, her nefesinde sigaradan çıkan çıtırtılar evin sessizliğinde yankılanıyordu. Yalnızlığa alışmış fakat içten içe lanet etmemek için de kendini zor tutuyordu. Pijamalarını giydi, çantasından telefonunu çıkarıp ışıkları kapadı ve yatağa girdi. Uyumadan telefonunu kontrol etti; altı tane cevapsız arama ve bir mesaj. Çalışırken rahatsız edilmesin diye telefonunu sessize alırdı, kendi kendine dayattığı saçma bir prensip. Numara kayıtlı değildi, mesajı açınca uykusu kaçtı;

“Nerede olduğunu biliyorum. Yakında ziyaretine geleceğim küçük kevaşe!”

Yataktan kalktı ve kapıya yöneldi. Kapı kilitlemek huyu değildi fakat bu sefer kapının üzerinde kaç tane kilit varsa hepsini hızlıca kilitledi. Bir sigara yaktı, eski bir dost gibi tekrar tüm vücudunda peydah olmuştu endişe ve korku. Salgılanan adrenalin öyle fazlaydı ki saç diplerinin karıncalandığını hissediyordu. Korkudan elleri öylesine titriyordu ki sigarayı düşürmemek için tüm gücüyle parmaklarını sıkıyordu. Peş peşe üç sigara içti, artık kafası öne düşmeye başlamıştı ama uyumak istemiyordu. Telefonundan gelen mesaj sesine uyandı. Yatağa dahi gidememiş ve koltukta sızıp kalmıştı. Kalktı; önce bir bardak soğuk su içti, sonrasında tuvalete gidip işedi. Yüzünü yıkayıp çaydanlığa su doldurdu ve kaynamaya bıraktı. Büyük bir tedirginlikle telefonunu kontrol etti. İki mesaj vardı; biri bu gece için randevu istiyordu. Diğeri ise Rüzgâr’dan gelmişti: “Uyanınca bana gel, sana şu meşhur sebzeli omletimden yapayım.” İstemsizce gülümsedi, Ocağı kapattı, altına bir eşofman geçirdi, sigarasını ve telefonunu alıp yan dairenin kapısını çaldı. Rüzgar ondaki endişeyi anlamıştı ama sormak gelmedi içinden.

“Kahve ister misin?”

“İyi olur.”

“Peki omlet?”

“Canım şu an hiçbir şey istemiyor!”

“Peki öyleyse.”

Biraz sonra iki kupa ile geldi. Kahvenin her yudumunda biraz daha dinginleştiğini hissediyordu. Önce fark etmedi ama sonradan kahveleri getirdiğinden beri gözlerini kırpmadan Rüzgâr’ın onu izlediğini fark etti. Göz göze geldiler ve ikisi de aptalca gülümsedi birbirine.

“Dün gece sağlam bahşiş aldım, ne dersin planın yoksa gece içmeye gidelim mi?  “

“Çok isterim ama maalesef önceden verilmiş bir sözüm var, lütfen kusura bakma.”

“Yok, problem değil. Biraz kafa dağıtmaya ihtiyacın olduğunu düşündüm sadece, yoksa ben her gece karaciğere yeterince yükleniyorum, biliyorsun.”

“Yarın gece olabilir bak.”

“Tamam, o zaman yarın gece benimsin.”

“Peki anlaştık.”

Eve girdi ve yine istem dışı kapıyı kilitledi. Kendini yatağa bıraktı, saati kontrol etti, on ikiye geliyordu. Alarmı saat beşe kurup gözlerini kapadı, tek isteği uyumaktı. Telefonun acı çığlığı ile uyandı. Çaydanlığın altını açtı ve bir sigara yaktı ve suyun kaynamasını bekledi. Kaynadığında ocağı kapattı ve duşa girdi. On dakikalık duşun ardından kahvesini hazırlayıp saçlarını kurutmaya başladı. Hafif bir makyaj yapıp saçlarını arkadan topladı, Siyah straplez elbiselerinden birini giydi. Taksiyi aradı, on beş dakika sonra taksi geldi ve olağan günahlarına birini daha eklemek için evden ayrıldı.

Gece ikide taksi uykudaki sokağın sessizliğini bozup acı bir firenle apartmanın önünde durdu. Elli lira uzatım üstünü bahşiş olarak bıraktı, bu gece umduğundan daha güzel kazanmıştı. Her zaman olduğu gibi yine Rüzgâr’ın penceresini kontrol etti ve her zamanki gibi yine ışık yoktu.

Olduğundan daha fazla zaman geçirmek istiyordu Rüzgâr’la, yakın zamanda gidecek olacağını bilmek ve kalan kısıtlı zamanı en iyi şekilde değerlendirmek istiyordu. Neredeyse hiç arkadaşı yoktu, prensip olarak edinmezdi, sadece arada ona iş bağlayan birkaç travesti ile görüşür, o da en fazla beş dakikayı geçmezdi. Rüzgâr ile de bu derece yakın olmak istemiyordu fakat ona karşı daha önce hissetmediği duygular hissediyordu. Bir yabancı değil de sanki varlığından yeni haberdar olduğu bir aile ferdi gibi. Yanında rahat olabiliyor ve bilgisi yettiğince her konuda sohbet edebiliyorlardı. Yemek yapmayı beceremezdi fakat Rüzgâr ona sürekli mükemmel yemekler hazırlıyordu. Biraz modu düşük bir halde görse türlü şebeklikler yapıp güldürmeye, modunu yükseltmeye uğraşıyordu. Hayatında tanıdığı bekli de en iyi niyetli insandı. Öyle ki zar zor boğaz patlatarak kazandığı iç beş liranın da yarısıyla sürekli sokaktaki başıboş hayvanlara mama alıp onları beslerdi. Evde gördüğü karıncadan dahi rahatsız olmaz, avucuna alır, balkon mermerinin üzerine bir tane küp şeker koyar beslenmesini sağlardı. Tabi bu davranışı yakın bir zamanda evini karınca basmasına sebep oldu.

Eve girdi ve kapıyı kilitledi, yine. Odasına girip kıyafetini ve iç çamaşırlarını çıkarıp duşa girdi. Biraz uzun kaldı duşta, soğuk suyun altında kalmak iyi gelmişti. Çıktı ve çaydanlığa su doldurup kaynamaya bıraktı, yine. Saçını kuruladı, üzerine siyah bir t-şhirt ve krem rengi hipster külot giyip kahve hazırladı. Işıkları kapattı, Sun Kill moon’dan carry me ohio açtı ve sokak lambalarına karşı bir sigara yaktı. Şarkının sözleri ve sigaranın dumanı içinde birleşip muazzam bir harmoni oluşturuyor, bu da Ohio’yu tüm düşüncelerinden arındırıp dinginleştiriyordu. Biraz sonra hafifçe kapı çalındı, gülümsedi, “Bana uğramadan giremedi evine salak.” diye mırıldandı kendi kendine kapıdakinin Rüzgâr olduğundan emin bir şekilde. Sakince kalktı, hafiften saçlarını arkaya attı, kilitleri çevirdi ve kapıyı açtı.

“Uzun zaman oldu be yavrum, özledim valla.”

Kapıdan birden gelen bıçağın parıltısı karanlığı dağıtmış ve Ohio akıl almaz bir refleks ile kendini geriye fırlatmıştı. Koridorun bir yanıp bir sönene sarı ışığı adamın yüzündeki sapıkça gülümsemeyi daha da korkutucu hale getiriyordu. İçeri girdi ve gözlerini ondan ayırmadan kapıyı eliyle kapattı fakat hafif aralık kalmıştı. Adam ona yaklaşırken Ohio zorlukla geri geri sürükledi vücudunu. En ufak kıl köküne kadar karıncalanıyordu vücudu.

“Sana dedim değil mi? Nereye gidersen git seni bulurum, bulduğum yerde de kafanı gövdenden ayırırım dedim değil mi?”

“Murat bak bütün mahalleyi toplarım buraya, siktir git evimden.”

“Siktirme işi senin uzmanlık alanın yavrum, ben tahsilâta bakarım bilirsin.”

“Murat siktir git!”

“Bana gelen hangi kadın elimden kurtulmuş da sen kurtulabileceğini düşündün ha amına koduğumun kevaşesi? Şehir şehir seni aradım lan iki senedir, tam izini buluyorum tak başka bir yere gidiyorsun, nereye kaçına lan topu topu seksen bir vilayet var, hepsinde de tanıdıklarım var, nereye kaçabileceğini sandın lan?”

“Murat bak tamam paranı vericem ama ne olur bir şey yapma bana lütfen yapma.”

“Onu da alıcam, seni de sikicem, sonra o güzel saçlarını elime dolayıp boynuna yavaş yavaş vurucam bıçağı, böylece anlarlar Murat Sarıkaya’nın sermayesi elinden gidince nasıl bir manyağa dönüşüyor.”

Hızlıca Ohio’ya yaklaştı ve suratına ser bir tekme indirdi. Kafası arkada düştü ve gözleri karardı. Burnundan ağzına sıcak kanlar süzülüyordu. Öyle ki kanın metalimsi tadı uzun zaman damağından gitmeyecek gibi hissetti. Murat dizlerinin üzerine çöktü, uzun siyah saçlarını sol eline doladı ve sağ elindeki bıçağın kabzası ile suratına bir kere daha vurdu:

“Param nerede lan?”

Bir kere daha vurdu

“PARAM NEREDE LAN?”

Gözlerini açacak dermanı kalmamıştı. Öyle sert vuruyordu ki bıçağa gerek kalmayacak yumruklarıyla öldürecekti.

“Konuşsana lan amına koduğumun orospusu!”

Konuşma yetisini de kaybettiğini hissetti.

“Ben seni konuşturmasını bilirim orospu!”

Vücudunu ters çevirdi, kemerini çözdü ve pantolonunu indirdi, çaresiz kızın külotunu zorlayarak çıkardı, üzerine çıktı ve aletini hızlıca içeri soktu

Bir …. ıhhh

İki …. ıhhh

Üç …. Ihhh

 

“Buraya kadar!” dedi içinden, yüzü soğuk fayansa bir ileri bir geri sürterken, “Buraya kadar!”

 

Dört …. Ihhh

Beş …. Ihhh

“Keşke bu geceyi Rüzgâr ile geçirseydim. Keşke onun o aptal gülümsemesini tekrar görebilseydim.”

Altı …. Ihhh

Yedi …. Ihhh

Sekiz …. Ihhh

Dokuz …. Ihhh

 

“Keşke Dünya üzerinde sadece ikimiz kalsaydık.”

 

Islık sesine benzer bir ses duydu önce, sonra başının arka tarafına ve sırtına akan sıcak, yoğun bir sıvının aktığını, sonra da üzerinde birden düşen yaklaşık doksan kiloluk bir ağırlık. Son kalan gücünü kollarına verdi ve soluna doğru üzerindeki ağırlığı atmaya çalıştı, biraz zorlandıktan sonra üzerinden cesedi attı ve yüzünü kapıya döndü, gözlerini güçlükle açabildi. Kapı eşiğinde biri duruyordu, sigarasının koru saniyelik de olsa yüzünü aydınlatıyordu, tanıdık bir yüz.

“ Ahh Ahh. Bir işim de sorunsuz bitsin amına koyayım.”

Tanıdık bir sesti ama bir terslik vardı, “Rüzgar küfür etmez ki.” diye geçirdi içinden. Rüzgâr sakince ellerini kaldırdı ve yine sakince silahın ucundaki susturucuyu çıkarttı, susturucuyu sağ cebine, silahı da arkasına yerleştirdi, sol cebinden telefonunu çıkartıp birkaç tuşa bastı ve kulağına götürdü;

“Abi iş iptal, buraya simitçi yolla.”

Göz kapakları istemsizce kapandı ve başını güçlükle kolunun üzerine koyabildi.