Tebeşirler sınırları çizemez. Çünkü sınırlar çizilmez. Sınırlar hep vardır. Onları yaratan ya da yok eden yoktur. Varlıkları var olmakla olmamıştır. Çünkü onlar hep vardır.
Bazen bir tuvalette çıkar karşınıza. Bazen bir terlikçide. Ne olursa olsun reşit olmanızı ve bacaklarınızın üzerinde ki perdeyi kaldırmamız dilerler her zaman.
Üzerlerine basmamanızı ve onların üzerinden atlayıp gitmenizi isterler. Nasıl ki bir kedinin kuyruğuna basıldığı zaman canı yanar ya işte onlarda üzerine bastığınız zaman öyle acı çekerler. Ki bu yüzden bovling oynarken çizgiye basmak yasaktır.
Ayrıca çamaşır iplerine çamaşır asarken içiniz bir tuhaf olmaz mı sizin de? İşte o ip yükseklikle alçaklığın arasındaki züppe bir sınırıdır. Sınıra dokunup, gezdirirsiniz tırnaklarınızı. Ki bastırırsanız eğer çamaşırlar yere düşer. Kan olur her yer. Önünüz arkanız sobelenir.
***
Ama burada mühim olan siz değilsiniz. Mühim olan Ayşe. Ayşe üçün dördüncü katı kadar yaşında. Yani şu zamana kadarki hayatını üçe bölebiliriz. Ve elimizde dört tane vagon kalır. Tabii bunların ilk ikisi hatırlayamaz ve anı bakımından vücudunun görünmeyen bir yerindeki bir kıl parçası olurlar. Üçüncü ve dördüncü vagonda ise anıları yavaş yavaş çekmecelerin içine girer.
Yani şu anki konumu da beyninin çekmecelerinden birinde. Peki şu an nasıl bir konumda? Ya da cep telefonu var mı? Konum atıversin işte. Ne beni uğraştırsın ne de sizleri. -Biliyorum çoksunuz.-
Ayşe şu an okulunun bahçesinde. 6/A sınıfının sırasında. Arkadaşlarıyla beraber sırada duruyor. Yaklaşık otuz kişiler. Tabii sağlarında kendilerinden küçük sollarında da kendilerinden büyük sınıflar var. Sayısını bilmiyorum. Ve tahmin edilebilmesi içinde ufak çaplı bile olsa gerçeklik lazım. Ama bununla uğraşmak istemiyorum.
Sıranın yaklaşık on adım önünde merdivenler var. Tam beş tane merdiven. Merdivenleri çıktıktan sonra düz bir zemin ve o düz zeminin üstüne mor bir kürsü. Ayrıca sıranın sol tarafının yirmi adım ötesinde okulun giriş ve çıkış kapısı.
Ayşe de sıranın ortasında bir yerlerde işte. Bu arada sıra tabii ki sınıflar için sütunlara ayrılmış. İşte dört, beş, altı, yedi ve sekizinci sınıflar için.
Fakat bu sırada bir anormallik var. Normal olan anormalliklerden değil. Normalleşmeyi kabul etmiş anormalliklerden de değil. Bu daha çok alışılmamış bir anormallik.
***
Bugün günlerden pazartesi ve Ayşe çok güzel bir kız. Simsiyah, beline kadar akan saçları var. Tabii onları her daim annesine ördüttürüyor.
Okul forması beyaz gömlek, siyah kareli etek ve kırmızı bir yelekten oluşuyor. Giyiveriyor onları. Annesi zaten onu hiçbir zaman uyandırmaz. O, o kadar sorumluluk sahibi bir öğrenci ki alarma ihtiyaç duymadan -hafta sonları bile- saat sekizde kalkabiliyor. Dersi dokuz buçukta başlıyor zaten. Okula servisle gidiyor.
Üstünü giyindikleri sonra “Anne” diye bağırıp saçlarını ördüttürüyor. Sonra annesi onu elinden tutup İngiliz kraliçesi gibi mutfağa götürüyor. Oturduktan sonra kafasına bir “Naptın be gülüm?” tarzında hafifçe vuruyor. -Bu hareket onların anne kız selamlaşma şekli.-
Ayşe gülüp “Teşekkürler” anlamında kafasını sallıyor. Sonra başlıyor kahvaltısına. Peynir, reçel, ekmek ve peynir, reçel, ekmek ve bir tane daha peynir, reçel, ekmek. Sonra? Bitiyor kahvaltı. Servis geliyor ve servise binip okula gidiyor.
Servis okulun giriş kapısında duruyor ve Ayşe adımı atar atmaz etrafta ki bütün erkekler hatta büyük sınıfların erkekleri bile bir koku duyuyorlar. Bakılması ama koklanmaması ve sadece şaşırılması gereken bir koku. E kız güzel sonuçta.
Ayşe okulun bahçesine giriyor. Sınıfının sırasına girecek. Ama bir alışılmamışlık var. Bahçe diş macunu kokuyor. Çünkü sıra diş macunuyla çizilmiş. Ve hatta öğretmenlerde çocukları diş macununa basmamaları ve basarlarsa çok kötü şeyler olacağı konusunda uyarıyorlar.
Bizim on ikilik tabii ki sorumluluk sahibi bir insan. Sonuçta hayatı üçe bölünebilecek kıvamda. O yüzden öğretmenlerinin sesini dinleyip onların sözüne uyuyor ve sırasına geçiyor. Arkadaşlarının yanına.
Arkadaşları tabii ki sorumsuz, disiplinsiz… Birbirlerini itip kakıyorlar ve arada sırada okulun en güzel kızını da. Ama o bununla baş edebilir. Kendini diş macununa basmamak için koruyabilir. Evet, bunu yapabilir.
O sırada müdüre mor kürsünün önüne geliyor. Öğrenci seçecek. Andımızı okumak için.
Bakıyor sıralara. Ama İngiliz kraliyet ailesine mensup olan kişiyi seçmemeli. Çünkü o kalabalığın önünde asla konuşamaz. Hatta hareket bile edemez ve bayılır. En büyük korkusu bu ve okulda ki bütün öğretmenler bunu biliyor.
Müdüre sıralara bakmaya devam ederken Ayşe’nin yanındaki çocuk Ayşe’yi itekliyor ve bizim kız diş macununa basıyor. Ve nedense öğretmenlerin hepsi bunu görüyorlar. Ayrıca inanılması güç ama diş macununa basan o ana kadar ki tek kişi Ayşe.
Hemen bir öğretmen gelip bizim kıza:
- “Ona basmaman gerekiyordu.”
- “İsteyerek basmadım. İteklediler beni. Yanlışlıkla bastım.”
- “Diş macununa basarsan çok kötü şeyler olacağını söylemiştim. Şimdi çık kürsüye. Andımızı okuyacaksın.”
- “Ama ben yapamam. Korkuyorum.”
- “Biliyorum. Sana ceza. Çık.” diyor ve Ayşe ne yapsın çıkıyor kürsüye.
Ama o sıra da birkaç tane erkek çocuk da onun yanına çıkmak için diş macununa basıyor. Fakat sonra birkaç tane erkek bir sürüye dönüşüyor. Tabii hepsinin çıkması imkansız. O yüzden bizim kızı kürsünden indiriyorlar. Sonra ne mi oluyor?
Müdire aniden bayılıyor. Kürsünün üstüne doğru kafası düşüyor. Ayşe üçüncü merdivendeyken bütün öğretmenler kadının yanını koşuyor. Kadın neden mi bayılıyor?
***
Çünkü kanser. Meme kanseri. Ve maalesef tedaviye parası yetmiyor. O da tabii son çare ölümü beklerken okulun fen öğretmenlerinden Muhsin bey bir tedavi yöntemi geliştirdiğini ama etkili olup olmadığı bilmediği söylüyor.
Müdire de ölümü beklemekten iyidir deyip tedaviyi kabul ediyor. Tedavi de anlayacağınız gibi asfalt ve diş macunu karışımının yenmesi.
Okulun asfaltının seçilmesinin nedeni de okul asfaltlarının çocuklar için yapılıp içinde daha az kimyasal bulunması. Tabii bu bizim Müdire için iyi bir şey.
Aslında bu tedaviyi her gün okuldan çıktıktan sonra Muhsin Bey ile bir saat boyunca hazırlıyorlar. İlacın hazırlanması için diş macununun asfaltın üzerinde bir saat beklemesi gerekiyor. Hafta sonları da sabahın köründe gelip bu işi hallediyorlar. Fakat o pazar Muhsin Bey’in karısı bir trafik kazasında ölüyor. Ve kadın ilacını alamıyor.
Bu sebepten pazartesi sabah erkenden alması gerekiyor. Ama okulun açılma saati sekiz. Kadının evinden buraya gelmesi yaklaşık dokuza kadar sürüyor.
Yani öğrenciler andımızı okurken ya da okuduktan sonra ilacı alması gerekiyor. Tabii öğrencilerin önünde böyle bir şey yapması doğru değil. Çünkü ilaç yasal değil. O da bütün hocalardan yardım isteyip sıranın diş macunuyla çizilmesini eğer öğrenciler böyle bir şeyi neden yaptıklarını sorarlarsa tebeşirlerin bittiğini ondan böyle bir şey yaptıklarını söylemelerini istiyor. Fakat öğretmenler bunu söylemiyorlar çünkü öğrencilerin tebeşir yoksa kalem kullanın diyeceğini biliyorlar.
Ayrıca diş macununa basmamalarının nedeni de ilacın mikroplardan uzak kalması.
Tabii bunları sevgili Ayşecik anasından öğreniyor. Çünkü müdireyi odasına taşıyıp öğrencilerin velilerini arıyorlar gelip alsınlar diye. Sonra da bilgi veriyorlar.
***
Peki bu anlattıklarım size ne kadar gerçekçi geldi? İnanılmaz ve inanılır arasında bir sınır belirlersek katmanınız ne olur?
Ya da ben neden burayı koyu ve italik yazıyorum? Tarzım mı böyle? Tarzım batsın o zaman. Şu an boş yapıyorum.
Burayı italik ve koyu yazmamın sebebi bizim on ikilik. Çünkü o gözünde olan bir kusur yüzünden koyu ve italik şeyleri okuyamıyor. O okumasın diye yazıyorum zaten.
Ben bizim kızla yaklaşık on iki yıldır aynı evde yaşıyorum. Böyle duvarların üstünden, halıların altından ve fırının içinden onu izliyorum.
Ayşe’nin anası düzenledi bütün bunları. Bu diş macunu olayını, asfaltı falan. Ki zaten o kadar çocuğun arasında bir tek Ayşe’nin diş macununa basması biraz tuhaf değil mi? Ve bütün hocaların bunu fark etmesi.
Neden mi düzenledi? E bu kızın en büyük korkusu neydi? Hatırladınız mı? Peki şimdi o kürsüye çıkarak bunu yenmiş oldu mu? Evet, ilk defa kalabalığın önünde on saniye bile olsa durabildi. Ki zaten müdür bayılmasaydı -ki bu da numaraydı- kız bayılacaktı. Size kalabalığın önüne çıktığı zaman bayıldığını söylemiştim. Tabii anasının bu kadar insanı nasıl ikna edebildiğini sorarsanız size sadece para güzel bir varlık diyebilirim.
Peki neden Ayşe bunları görmemeli? Çünkü onunla aramızdaki tek gerçeklik yazmak ve yazışmak. O her zaman evinin duvarlarında, halılarının altında ve fırının içinde benim yazdıklarımı görüyor. Geçen gün bana bu olayı anlattı. Hem de duvara bakarak. Yazmamı ve evin her yerine dağıtmamı istedi. Bu olay onun için önemliymiş. Ve asla unutmak istemiyormuş. Belki o da farkındadır korkusunu yendiğinin. Ben de tabii yazdım. Ama anası tuvalette konuşurken her şeyi duydum ve bunu da eklemek istedim. Bilginiz olsun diye…