Ben çok duygusal bir adamım. Annem hep benim ne kadar hassas ve düşünceli bir çocuk olduğumu söylemiştir. Çok güçlü bir duygudaş olduğum için de günün sonunda üzülen hep ben olurum. Aslında hislerim de kuvvetlidir, insanların içinde iyinin mi kötünün mü baskın olduğunu onları ilk kez gördüğümde bile söyleyebilirim. Yanıldığım çok az olmuştur. Annem de zaten hep hisleri çok kuvvetli bir çocuk olduğumu söylemiştir. Ancak, şimdi anlatacaklarım hayatımda yaşadığım en büyük yanılgılardan birinin hikayesi.

Yorgunluktan ve üzüntüden zamanı bile doğru düzgün anlayamasam da, sanırım her şey bir ay önce başladı diyebilirim.

En yakın arkadaşım ile yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Aşırı kalabalık grupların hiçbir zaman meraklısı olmadım. Kendime ait güvenli bir çevrenin sihrine inanan biriyim. Birbirimizi tanıdığımız ve saygı duyduğumuz küçük bir çember neyimize yetmez ki? İşte, en yakın arkadaşım A ile kurduğumuz çemberimiz, bana çok uzun bir süre sevgiden ve ilgiden başka hiçbir şey hissettirmedi.

Gerçek arkadaşlığın tadına vardım. Yan yana durmanın kudretine şahit oldum, her olayda yanımda duran bir dostun varlığının büyüsüne kapıldım. Ne olursa olsun bana destek olacak bir insana sahip olarak uyanmanın rahatlığına erdim. Ömür boyu bunun hayalini kurmuştum, bana her şeyiyle destek olacak bir dost. Çünkü ben çok duygusal bir adamım. İnançlarım ve amaçlarım sevdiklerim tarafından anlaşılmayınca, ben, çok kırılırım. Çünkü ben duygusal bir adamım. Lütfen bu dediklerimi unutmayın, olur mu? A ile başımıza gelen talihsizliklerin sebebi aslında tamamen bu. Bana defalarca kez neden diye sordunuz, ama bir anlasanız benim çok duygusal bir adam olduğumu, bir inansanız niyetime, şu an üstüme böyle gelmezdiniz. Şu anda benim ne kadar zor durumda olduğumu bir anlasanız, kalbimdeki kırıklığın vahametini çözseniz, ne kadar duygusal bir adam olduğumu kavrasanız, tüm bu neden diye sorularınızı bir kenara bırakırdınız.

Ömrüm boyunca duygusallığımın, aşırı düşünmemin ve diğerkamlığımın cezasını günün sonunda üzülerek çektim. Aynen şimdi olduğu gibi. Bakın, şu an bu çirkin odada -lütfen çirkin dediğim için suçlamayın beni, bu sizin değil başınızdakilerin suçu-, tepemde garip ışıkla, siz iki beyefendinin vaktini çalıyorum. Sırf derdimi anlatmak için sizin zamanınızı çalıyorum. Hayatta zaman kadar kıymetli bir şey var mıdır? Sahte dopamin kaynaklarının ve vakit öldürücülerin ele geçirdiği bu dünyada; insanın kendine, sağlığına, sporuna, şiir okumaya harcayacağı zamanını benim çalmam adeta suç! Beni cezalandırmak isterseniz, siz beylerin zamanını çaldığım için rahatlıkla suçlayabilirsiniz beni.

Üzgünlükten konuyu dağıtıyorum, toparlayamıyorum hikayemi.

Neyse, yaklaşık bir ay önce, aynı şu an sizin yaşadığınız gibi, benim de zamanım çalınmaya başladı. Kendime ait dertlerim ve hedeflerim var bu hayatta, ona rağmen dostum A’e vaktim her zaman vardı. Ben inanılmaz meşgul olsam da, çok ciddi işlerim olsa da, kafamdaki sesleri düzene sokmak gibi tarifi olmaz bir yükle uğraşıyor olsam da, eğer ki A bana keyfinin kaçtığını söylerse, onun küçük dertlerini dinlemekten kendimi asla alıkoymam. Onun basit günlük dertlerini dinler ve onun davranışlarını bir mantığa oturtması için yol gösteririm.

Ancak benim de bir sabrım var.

Bir dönem, ağzımın hiç tadı yoktu. Ve bunu ona demiştim. Keyfimin hiç olmadığını, enerjimin düşük olduğunu en yakın dostum A’ya söylemiştim. Gerçek bir dost, buna saygı duyar. İnsanız, her günümüz aynı güzellikte olamaz ve ben de güçsüz bir dönemimdeydim. Eğer A hep söylediği kadar saygılı bir arkadaş olsaydı, bu dediklerimi tek seferde anlardı. Ama anlamadı. Defalarca ona bana kibar ol, keyfim yok, üstüme gelme dememe rağmen bir gün çıkıp bana öyle bir şey dedi ki, sanki aylardır yoldaşım olan arkadaşım gitmiş de yerine acılarımızı yarıştırmayı kafaya koymuş bir tuhaf kadın gelmişti.

Bana bir gün, keyfimin olmadığını ve ciddi konuşmaları kaldıramayacağımı söyledim bir günde, babasının öldüğünü söyledi.

Bu acılarımızı ve travmalarımızı yarıştırmaktan başka nedir ki? Ben yine de, elimden geleni yaptım, çünkü ben duygusal bir adamım. Annem hep başkalarının iyiliğini öncelemem gerektiğini öğütlemiştir bana. O yüzden A’ya, bu olayın çok tatsız olduğunu söyledim.

Güçsüz bir dönemimde olduğunu bilmesine rağmen, karşımda hüngür hüngür ağlamaya başladı! Ona defalarca kez bana kibar ol, beni yoğun duyguların yükü ile yorma dememe rağmen, karşımda ağlamaya başladı. Tüm yorgunluğumu, bitkinliğimi ve duygusallığımı bilmesine rağmen, üstüne bir de bana düşüncesiz dedi.

Sürekli beni çok sevdiğini iddia eden dostumun laflarına bakın. Beni anlıyorsunuz değil mi? Ondan çok bir şey istememiştim, sadece beni yıpratmayan bir sevgi dilemiştim. Ama onun yerine, ben karşımda bana suçluluk duygusu yaşattırmaya çalışan ve mental sağlığımı hiçe sayan bencil birini görüyorum. Bunu bilinçli mi bilinçsiz mi yapıyor bilemesem de, ki bu da artık asla bilemeyeceğim bir şey, ben bunu asla hak etmemiştim.

Benim sevgi dilim seninkinden farklı olamaz mı? Sürekli seni pohpohlomuyorum diye ben kötü mü oldum? Ne vardı ki azıcık sınırlarıma saygı duysaydın? Acılarını yarıştırmaya doyamamaktır bu. Ona yoğun duygular için enerjim olmadığını söylememe rağmen, bana gelip babam öldü diyor! Bu lafın yeri burası mıdır beyler?

O günden sonra onunla arama bir duvar ördüm. Eğer bana iyi gelecek bir sevgi vermeyecekse, bana böyle düşüncesiz davranacaksa benden uzak durmalıydı. Yine de ben arkadaşlığımızın hatırına ona kızmak yerine sadece birazcık mesafe koymuştum. Artık onla görüşmüyordum, aramalarına dönmüyordum, uzaktan görünce yolumu değiştiriyordum çünkü karşılaşırsak onu üzebilirdim. Anlarsınız ya, bazen arkadaşlarınızla aranıza mesafeler girer, ondan işte. Hem babasının ölümü üstüne de düşünme fırsatı kazanmış olacaktı, ona iyilik ediyordum.

Ama o öylesine düşüncesiz bir arkadaşmış ki, ona yaptığım, ikimize de yaptığım bu iyiliği anlamadı. Ve bana yine de ulaşmaya çalıştı. Konuşmaya ihtiyacı olduğunu, kendini yalnız hissettiğini söyledi. Kim böyle hissetmiyor ki? Her seferinde böyle başkalarına mı yalvaracağız yani? Ayrıca benimle konuşmaya ihtiyacı olduğunu söylerken de bir süredir onunla samimi olmadığımı da ima ederek bende bir suçluluk duygusu da tetiklemeye çalıştığını hissedivermiştim. Ben böyleyimdir, hislerim hep yerindedir, duygusal bir adamımdır.

O an aklıma bir fikir geldi. Ona istediğini verecektim. Madem bu kadar ısrar ediyorsa onunla vakit geçirecektim. Bana gel, bu akşam yemek yiyelim dedim. Hemen tamam dedi.

Tüm duygusal yükünü başka birine yıkabileceği bir akşamın neşesi şimdiden sesine vurmuştu.

Ona akşam yemeği hazırlayacaktım. Anlık bir fikir gibi söylesem de birdenbire her şey kafamda sıralanmıştı. Masayı nasıl hazırlayacağımdan çayları hangi bardağa koyacağımı bile planlayıvermiştim. Sanki bu fikir içimde çoktan yapılmıştı da haberim yoktu. Ama öyle uzun uzun düşünmemiştim de, bunu derinlemesine planladığımı sanmayın lütfen. Sanırım doğru kelime, refleks.

Adeta bir hayatta kalma refleksi gibi ona hazırlayacağım yemekten ona söyleyeceğim sözlere kadar tüm akşam kafamda netleşmişti. Ona yaptığım neredeyse her şey refleks dahilindeydi. İnce eleyip sık dokumamıştım, kendimi bunları yaparken bulmuştum. Misafirperverliğim de, dostluğum da refleksti çünkü ben duygusal bir adamım.

Ona harika bir yemek hazırlayacaktım. Özenle alışverişimi yaptım. En önemlisi ise ona yapacağım tatlı olacaktı. Süte alerjisi olduğunu hep söyleyen, gittiğimiz her mekanda yediklerimizin içinde süt olup olmadığını soran, varsa ortamı bize zehir eden dostuma, birazcık ders vermek istedim. Ona vereceğim bu minicik ders onu daha dayanıklı yapacaktı, bana inanın.

Ona sufle yaptım. Azıcık süt ekledim.

Sürekli alerjim var diyerek kaçıyordu. Hayattaki diğer tüm sorunlardan kaçtığı gibi bundan da kaçıyordu. Bu tatlı benim ona hediyem olacaktı. İnanın bana, bu tamamen onun iyiliği içindi. Benim ona yaptığım iyiliği biraz da onun karşılayabilmesi lazım, öyle değil mi? Ama A benim ona sağladığım bu daha dayanıklı olabilme imkanını görüp tanıyamadı. Ona ettiğim yardımı anlamadı.

Sanırım sevgi dillerimiz uyuşmadı.

Yemeğimizi yerken bir sürü şey anlattı. Bazen A o kadar çok konuşur ki kelimeleri bile yutar, başka bir dil konuşuyor sanırsınız. Babasının ölümünün ona ne hissettirdiklerinden girip başına gelmiş en küçük olaylara kadar yemek boyu anlattı. Arada koptum, dediği çoğu şeyi şu an anımsamıyorum. Tacize falan da uğramış sanırım. Ama A’nın başına zaten hep böyle şeyler gelir.

Tatlı servisine geçtim. Dışarıda her yerde içinde süt var mı diye sormasına rağmen benim yaptıklarımda asla bunu sormaz. Yine sormadı. Bana yüklediği sorumluluğu görüyor musunuz? Hayat boyu bunun yükünü çekmemle, onun rahatsız olup olmayacağını düşünmemde hiçbir beis görmeden umursamazca sufleyi yemeye başladı. İşte o an, yaptığım bu şeyin aslında ne kadar da ruhani gelişimimize ve hayatımızdaki yeni dönemlerimizin başlangıcına geçmemizde önemli olduğunu bir kere daha tam anlamıyla kavradım.

Bu öğrenilmesi gereken bir dersti. Bunu ona ben öğretecektim.

Sufleye kaşığı daldırdı. Yumuşacık ve erimiş çikolata tam bir daire çizerek kaşığının etrafından tüm keke yayıldı. Sufleden çıkan buhar gözlüklerine minik buğular yaptı. İştahla parlayan gözlerine baktım. Beraber yemek yemeyi gerçekten severdik. Paylaşılan güzel bir tabağın dostaneliğe ile yaşardık. Yemek sadece yemek değildi, bir ritüel ve dostluğumuzun pekiştiricisiydi.

Kaşığı ağzına götürdü. Yutkunurken boğazının kıpraşmasını izledim. İkinci lokmayı da hemen arkasından aldı. Bana parlayan gözlerle bakarken, iki titreyen ağaç dalı gibi çatılan kaşlarını gördüm. Boğazı mı şişiyordu yoksa ben bir an önce olsun istediğim için mi böyle görüyordum şu an üzüntüden bilemiyorum, gördüğüm portre beni sandığımdan fazla etkiledi, sandığımdan bile daha duygusal bir adamım.

Sarsılarak öksürmeye başlayınca hemen masadan kalkıp duvara geçtim. Kusacağını hissetmiştim ve üstümün öyle kirlenmesini istemiyordum. Çünkü böyle moralimin düşük olduğu zamanlarda çamaşır yıkamak beni çok boğar. Sandalyeden yere yıkılırcasını düştü, sanki içindeki bir şeytanı çıkartmaya çalışıyormuş gibi korkunç bir gürültü ile öksürdükçe öksürdü. Kusmaya başlayınca ona yaptığım yemeklerin izlerini görebildim. Sanki benim ona verdiklerimden başka bir şey yememiş gibiydi. Tüm yemekler çıktıktan sonra nar kırmızı kanları boğazından gelmeye başladı.

Durdur artık dedim. Bu kadar yeter.

Durmadı.

Ağlamaya başladım. Mental gücüm bu görüntüyü kaldıramamaya başladı. Bir noktada durması gerekirken durmuyordu. Benim ağlama seslerim ile onun boğuk yardım bağırışları birbirine karıştı. Kaç dakika onun kapana kısılmış bir ayı gibi inlediğine maruz kaldım bilmiyorum.

Bu sesleri beni kabuslarımda kovalamaması için uzun bir süre terapi almam gerekecek. Ama memur beyler, size dürüst olmak gerekirse artık terapistlere de güvenmiyorum.

Bir süre sonra sustu. Yanına gidip nabzına bakmak istedim ama kokudan yanına yaklaşamadım. Ancak bana bakan kan çanağına dönmüş gözleri merak ettiğim cevabı vermişti.

Sadece bir kaşık sufleden bunların olmasına inanamadım. Sadece minicik bir ders olacaktı.

Sonra sizi aradım. Polisime güveniyorum. Ancak bileklerimdeki bu soğuk kelepçeleri lütfen biraz gevşetin çünkü hem canım acıyor hem de travmatize oluyormuş gibi hissediyorum. Ben duygusal bir adamım, biraz çabuk etkilenirim.