-Kar bu kadar fazla yağarken dışarı çıkmamız doğru mu efendim?

Godric, gülümseyerek oğluna baktı. Ne kadar güzeldi saçları oğlunun! Sarıydı, gürdü… Ela gözleri ve uzun kirpikleri ile birleşince ona eşsiz bir güzellik katıyordu. İlgi ve saygıyla bakıyordu her zaman o gözler, öğrenmeye ve yardıma her zaman hazır olduğunu belli ediyordu. Onunla gurur duyuyordu Godric, Tanrı’nın ve büyüklerinin hizmetinde örnek bir Hristiyan çocuğuydu.

-Artık yeterince büyüdün Oblac, aldığın eğitimden hiç şüphe duymuyorum. O yüzden bundan sonra bana baba diye hitap edebilirsin.

-Nasıl istersen baba.

– Fazla kar yağdığı doğru evet. Ama seninle konuşmamız gereken oldukça önemli şeyler var Oblac. Dediğim gibi, artık yeterince büyüdün, yaşıtlarından çok daha olgun ve zekisin. Bu sayede sana anlatacaklarımı iyice kavrayıp bana yardımcı olabileceğini düşünüyorum.

– Elbette Baba. Peder Richard da senin gibi benim olgun bir çocuk olduğumu söyledi. Üstelik İncil’den okunan bölümleri çok çabuk ezberlemem de zeki olduğumu gösteriyormuş.

Godric tam oğluna cevap verecekti ki bir ses duyuldu. İkisi de arkalarını döndüler. Cyneweard’dı bu. Evlerinin yanındaki kulübeden çıkan köpek heyecanla onlara doğru koşuyordu. Oblac şevkatle eğilip kucağını açtı, çok geçmeden Cyneweard kollarının arasına yatmış, yüzünü yalamaya başlamıştı. Oblac babasına döndü.

-Cyneweard da bizimle gelecek mi baba? Dedi. Godric oğlunun kırılacağını bildiğinden biraz üzülerek:

– Ormanın derinliklerine gideceğiz Oblac, olur da bir hayvanın peşine takılırsa Cyneweard kaybolabilir.

Oblac esefle başını eğdi. Eve doğru geri yürüdü ve kucağındaki köpeği kulübesine bıraktı, arkasından kapısını sürgüledi.

Godric, Oblac tekrar yanına dönene kadar bekledi, Oblac döndüğünde de konuşmaya başladı.

– Kilisede olmayı sevmen çok güzel. Ruhunu imanla doldurmuş olman bu dünyada ve öteki dünyada Tanrı’yı her zaman senin yanında tutacaktır.

Godric’in sesi, botlarının altındaki yumuşak karın çıkarmış olduğu kesik ezgilere eşlik ederken Baba ve Oğul Norwood Ormanı’na girdi. Tamamen beyaz örtünün altında kalmış çalılar biraz ileride yerini hemen sıklaşan Köknar ve Ladinlere bırakıyor, iyice derinlerde ise bataklık ve nehrin böldüğü arazideki Huş, Kavak ve Karaçamlar görece fakir çeşitli bu ormana renk katmaya çalışıyordu. Gerçi “renk katmak” sadece beyhude bir çaba olurdu, beyaz ve yeşilin mutlak hükümranlığı altındaki bu orman, en derinliklerinde yaşayan vaşaklar, kakımlar, samurlar, tarla fareleri ve sığınlar sayesinde birtakım farklı renkler sunabilse de boyu yer yer otuz metreyi aşan karlı ağaçların arasında bu hayvanların fark yaratması pek mümkün değildi. Zaten yer yer esen rüzgar, fırtına olarak kendini tekrar gösterdiğinde bu canlılar en yakın barınaklarına kaçışır, gözlerini çevresine dikenler de havada ağaçların arasından şeritler ve daireler çizerek uçuşan kar kümelerinin sema etmekte olan bir Mevlevi’nin uçuşan tennuresine benzediğini görebilirdi. Ancak bu topraklarda böyle cümleler kurmak yakışıksızdı. Çünkü burada başka bir inanış hüküm sürüyordu.

**********************

Godric ve Oblac bir süre sessizce yürüdüler. Ardından konuşmalarının arasını ormanın muazzam tabiatının yarattığı hayret ve büyü hiç bozmamış gibi Godric tekrar aynı konudan söz açtı:

-Bugün kilisede ne yaptınız Oblac?

– Matta’yı okuduk baba, sonra da hep birlikte Mesih için dualar ettik, ilahiler söyledik.

-Çok güzel. Matta’da seni etkileyen, beğendiğin bir bölüm oldu mu hiç?

– Oldu baba. Matta 21:42.

– Oku bakalım o zaman bana.

-“İsa onlara şunu sordu: Kutsal Yazılar’da şu sözleri hiç okumadınız mı? ‘Yapıcıların reddettiği taş, işte köşenin baş taşı oldu. Lord’un işidir bu, gözümüzde harika bir iş!”

-Neden en çok bunu sevdin Oblac?

– Çünkü Ferisiler Yahya’yı ve İsa’yı kabul etmeseler bile halkın ve Tanrı’nın sevgisi yanlarında olduğu için onların her zaman baş tacı olduğunu anlatıyor efendim. Verilmek istenen mesaj çok açık, doğru ve dürüst olup halkın sevgisini kazanmalı. Halkın sevgisini kazanan elbet Tanrı’nın da sevgisini kazanacak ve Lord’a kusursuz iman edecektir.

-Ah Oblac, ne kadar güzel söyledin! Yüce Yaratıcı’nın krallığında kutsanacak olanlar yalnız İsa’nın yolundan gidenler olacaklar! İnsanları uyaranlar, barışı tembihleyenler, alın teriyle ekmeğini kazananlar… Ki Tanrı’nın verdiği rızktan şüphe duyulmaz ancak ekmeğini kazanabilmek her gün daha da zorlaşıyor sevgili oğlum.

-Neden öyle diyorsun baba?

– Güzel yavrum, sana bahsetmek istediğim de tam olarak buydu. Sen daha on üç yaşında da olsan Peder ve benim gözümde çoktan bir delikanlı oldun. O yüzden beni anlayacağını biliyorum. Ailemize bak sevgili Oblac, küçük kız kardeşin Godiva’yı, anneni, daha bir yaşına basmamış sevimli bebeğimiz Cuthbert’i düşün. Lord’a binlerce kez şükür olsun ki bu zamana kadar ormanın bereketini benden esirgemedi, odunculuk yaparak hepinize baktım, kolladım ve büyüttüm. Kasabadan uzakta bir tepede, ormanın yanında da olsa sıcak bir barınak yaptım size. Mesih’e ettiğimiz dualarla başlayan soframızı bir gün yemeksiz bırakmadım. Ancak gökyüzüne bak güzel çocuğum, şu yağan karın fazlalığına bak! Bu kış bambaşka bir kış, daha önce hiç böylesini görmemiştim. Elbet Tanrı’nın buyurduğu gibi gücümün son damlasına kadar sizin için çalışacağım, fakat böyle bir havada en kısa Huş’ları kesip taşımak bile çok zor oğlum. Güzel Leofflæd’ımı, Godiva’yı ve tabi ki Cuthbert’i aç bırakamam asla.

-Çok haklısın Baba.

– İşte bu yüzden yardımına ihtiyacım var Oblac. Kilisede olmadığın zamanlarda kasabalıların hizmetinde olursan, onların mektup taşıma, eşya getirme gibi küçük işlerini yaparsan bu kışı da atlatabileceğimize inanıyorum.

– Elbette baba, elbette çalışırım! Tanrı şahidim olsun ki güzel yuvamızı korumak için ben de elimden gelen her şeyi yaparım.

– Ah, Halellujah, Halellujah Oblac! Sana güvenebileceğimi biliyordum güzel oğlum. Ne kadar yüce bir göreve atıldığını hiç unutma. Bu artık büyüdüğün gün Oblac, artık sokaklarda bağırarak koştuğun, oyunlar oynadığın, semaya dalıp hayaller kurduğun çocukluğun bugün bitiyor. Sen artık çalışan, para kazanan, ailesine bakan koskoca bir adam olacaksın! Bu özel gününü İsa’ya ve Tanrı’ya dualar ederek kutlayacağız, onların sana yeni hayatında yardımcı olmaları için rızalarını kazanacağız oğlum. Ben her şeyi ayarladım, hiç meraklanma. Bir süre daha kuzeye yürüyeceğiz, ondan sonra Kalp Ağacı’na gelince oradan batıya doğru biraz daha ilerleyeceğiz. İşte ondan sonra nehrin koluna varmadan hemen önce rahibin evini göreceğiz. Çok eskiden beri tanırım Rahip Ealdwine’ı Oblac. O bizler için bir ayin düzenleyecektir. Tanrı’dan da rıza aldıktan sonra Aziz Cuthbert ve Meryem Ana koruması altında kardeşlerin ve ailen için çalışabileceksin oğlum.

– Bu çok güzel bir haber Baba! Bana güvendiğin için çok teşekkür ederim. Rahip Ealdwine’ı Tanrı kutsasın, onun sayesinde yepyeni bir insan olacağım. Kurtarıcı İsa! Gerçekten çok sevinçliyim, sanki melekler içimde Lir çalıyor, dans ediyor ve şarkı söylüyorlar!

Oblac’ın babasına uyum sağladığı kararlı ve ağırbaşlı adımları yavaş yavaş değişmeye başladı. Artık heyecanının etkisiyle sanki zıplayarak yürüyordu. Onun yaydığı bu pozitif de enerji cevapsız kalmadı.  Godric’in biraz önce anlattıklarından dolayı kaygılı bir hal almış yüzü, oğlunun verdiği tepki ve o izlemesi eşsiz mutluluğu sayesinde içi ferahlamış, işlerini yerine koymuş bir adamın yüzü ile değişti. Gülümsememek mümkün değildi. Ancak havanın kararmasına çok vakit kalmamıştı. Biraz acele etmek işlerini kolaylaştırabilirdi.

-Harika Oblac, sayende tekrar huzurun içime dolduğunu hissediyorum. Fakat akşam olmadan Rahibin evine ulaşmalıyız. Gece vakti ormanda yol bulmak pek zordur

– Çok haklısın baba, biraz hızlanmalı.

Böylece baba oğul, dini ve derin konuların atmosferine uygun olan yavaş ve kararlı adımlarını bir yere yetişmek için acele eden insanların geniş ve hızlı adımları ile değiştirdiler. Bu tempoda devam ederlerse göğün yıldızları yerlerine kurulmadan evvel rahibin evine varabilirlerdi.

Bu iki kendi hayatlarının küçüklüğünü başı sonu bilinmez doğanın enginliği ve Tanrı’nın kendisinden insanlara dağıttığı şüphe duyulmaz yüceliği ile genişletmeye çalışan insan, ormanın uzak bir köşesinde sanki çok büyük acılar çekiyormuş gibi tiz çığlıklar atan vaşakların sesi, sansarların atikliğine karşı çaresiz kalıp yem olmuş bir tarla faresinin son çırpınışlarının sesi ve bütün bunları tam bastırmasa da bulanıklaştırmaya yetecek kadar esen rüzgarın uğultusu eşliğinde ormanda ilerlemeye devam ediyordu. Üstleri çoktan kara bulanmış, bembeyaz olmuştu. Kar ve rüzgarın şiddeti yüzünden gözlerini kısarak yollarını bulmaya çalışıyorlardı.

Oblac daha önce hiç bu kadar ormanın derinliklerine inmemişti. Buradaki vahşi yaşam ve acımasız koşullar onu korkutmuş olacak ki daha eğik ve sinmiş bir şekilde yürüyor, daha sık nefes alıp verdiğinin emaresi olan sürekli ağzından çıkan dumanı saklayamıyordu. Godric oğlunu rahatlatmak istedi:

-Neyden korkuyorsun Oblac?

– Korkmak mı? Hayır efendim, yani baba, korktuğum bir şey yok.

– Leofflæd’ın bu zamana kadar ormanın içlerine girmene izin vermediğini biliyorum. Annen oldukça haklı Oblac, burada yaşanan şeyler olan biteni tam olarak kavrayamayacak kişiler için, küçük çocuklar için mesela, oldukça ürkütücü. Ancak hatırla güzel oğlum, sen anlayışsız ve savruk bir çocuktan çok daha fazlasısın. Çoğu insan böyle bir ormanın içinde olmaktan tıpkı senin gibi korkar. Fakat bir bilseler, anlayabilseler keşke korkulacak hiçbir şey olmadığını. Tanrı’nın yarattığı hiçbir şey birbirinden çok uzakta değildir Oblac, ne de olsa kendi ruhundan üfleyerek ortaya çıkarır hepsini. Dolayısıyla o Yüce Yaratıcı’nın elinden çıkma hiçbir şey de korkutucu ya da kötü değildir, tıpkı Tanrı’nın kendisinin öyle olmaması gibi.   Gerçeği görebilen gözler için bunların hepsi apaçıktır. Mesela ormana bak Oblac, ancak gözünle değil de Lord’un imanla doldurduğu yüreğinle bakmaya çalış. Öyle bakınca göreceksin ki ormanın bizim yuvamızdan veya da Hristiyan bir ailenin evinden pek bir farkı yoktur. Her şey Tanrı’nın olmasını uygun gördüğü anlaşmalara göre düzenlenmiştir. Godric Ladin ile anlaşır, anlaşır ki onun sayesinde çocuklarını doyurup büyütsün, güzel kadınını ortada bırakmasın. Aynı şekilde sansarlar da tarla fareleri ile anlaşmıştır, çünkü aynı şekilde sansarların da bakması gereken bir ailesi vardır. Tabi bunların yanında ağaçların da toprakla, tarla farelerinin de daha küçük canlılarla uzun zamandan beri devam etmekte olan anlaşmaları vardır. Ama en önemli şey oğlum, canlılar bu anlaşmalara bazılarının düşündüğü gibi Tanrı’dan korktukları için uymazlar, kesinlikle hayır. Onları bu anlaşmalara sadık kılan şey sevgidir, Tanrı’nın sonsuz ruhundan bizlere üflediği sevgi. Sevgi yapışkandır Oblac, sadece iki şey arasında da değil, bulunduğu yerdeki herkes üstünde etkilidir ve herkesi birbirine sıkı sıkı bağlayabilir.

– Orman ile ailemizin ilişkisini sanırım anladım baba. Elbette ne hayatın dengesini sağlayan bahsettiğin anlaşmalardan ne de Tanrı’nın canlılara üflediği kendi ruhundan şüphem var. Zaten Lord’un oğlunun tıpkı bizim gibi bir insan olması Lord’un kendini ne kadar bize ve doğaya benzer kıldığını gösteriyor. Ancak sevgiyi anlayamıyorum baba, şu uzaklarda uğulduyan yaratıkların sesi, veya da avını yakalamış bir kaplanın yüzü… pek de sevgi doluymuş gibi gözükmüyor bana.

Godric, Oblac’a ilgiyle baktı. Elini uzatıp karın altından bile Güneş gibi parıldayan sarı saçlarını okşarken bir yandan da oğluna kucak dolusu gülümsedi.

-Sevgi biraz daha ince bir iş evlat. Anlaması diğer şeyler kadar kolay değil. Bir kere onu tek bir şekilde görmeyi bekleyemezsin. Evet, Leofflæd’ın Cuthbert’ü kucağında şefkatle sallaması ya da benim senin başını okşamam sevgidir, bunları kolaylıkla görebiliriz zaten. Ama bu canlıların birbirine gösterdikleri sevgidir Oblac, yakının olan, kanından olan kişilere içinden gelen doğal sevgidir bu. Bir de Tanrı’ya uygun olmanın, onun rızasına uymanın içimizi ilhamla beraber doldurduğu sevgi vardır. Sen kiliseye gidersin, duanı bitirip gözlerini açtıktan sonra tavandaki resimlere bakarken içine bir huzur dolar ya hani, o huzur Tanrı’nın sevgisini kazanmanın bir etkisidir oğlum. Bilirsin ki diğer canlılar ne kiliseye gidebilirler ne de dua edebilirler. Onlar da bu yüzden Yaratıcı’ya olan sevgilerini onun anlaşmalarına kusursuz bir biçimde itaat ederek gösterirler. Düşün Oblac, düşünürsen farkına varacaksın ki aslında onlar bizden bile daha sevgi dolular. Bazı yolunu şaşırmış insanlar Tanrı’nın yasalarına isyan eder, olduklarından, anlaşmalara göre onlardan beklenenlerden çok farklı davranarak hem bizi hem de Lord’u üzebilirler. Ancak bir kirpi her zaman bir kirpidir oğlum. Ne zaman diken topu olacağını, ne zaman toprağı kazacağını bilebilirsin.

-Yani sevgi hiç de görüldüğü gibi değildir Oblac, bazen hayal edemediğin eylemler bile sevgiye dahildir.

Godric sözünü tam bitirdiği anda baba ve oğul kendilerini Kalp Ağacı’nın önünde buldular. Aslında tek bir ağaç değildi bu. Birbirine çok yakın, neredeyse gövdeleri birbirine değen iki ağaç büyürken gövde kısımları dışa doğru çatallaşmış, sonra iç kısmında kalan dalları da bir ötekinin üzerine eğilerek ortaya kalbe benzer bir görüntü çıkarmıştı. Gövdesi kısmen kabuk renginde, üstü ise bembeyaz bir kalp. Godric ve Oblac Kalp Ağacı’nın önünde durmuştu. Godric gözünü Kalp Ağacı’ndan hiç ayırmadan konuşmasına devam etti.

-Ancak anlaşılmak isteyen Tanrı, bazen de apaçık işaretler bırakır. O sevgiyi her şekilde yeryüzüne kazımıştır.

Baba ve oğul ağacın karşısında haç çıkardılar. Hacı öpüp kısa bir dua ettikten sonra da yollarına devam ettiler.

******

Godric parmağıyla biraz ilerideki bir noktayı işaret ederek:

“İşte rahibin kulübesi.” Dedi. Oblac başıyla onayladı.

***************************

Bir iki dakikalık bir yürümenin ardından kapının önüne gelmişlerdi. Godric kapıyı çaldı. Kapı da hemen aralandı.

Rahip, açılan kapının önünde kolları uzun siyah bir cübbe ve küçük bir başlık giyinmiş biçimde duruyordu. Önce gözlerini aşağı devirip Oblac’a baktı. Sonra da yüzünde oluşan sıcak gülümsemeyi koruyarak gözünü Godric’e çevirdi.

“Vakit geldi mi?” Diye sordu ona rahip. Godric de gülümseyerek başıyla onayladı.

Rahip Ealdwine, onları içerde küçük bir odaya buyur etti. Bu odada birkaç sandalye ve köşede duran, üstünde hokka ve divit olan küçük bir yuvarlak masa dışında pek bir şey yoktu. Hepsi sandalyelere oturdular. Ealdwine önce Oblac’ı baştan aşağıya süzdü. Sonra da babacan bir dille onla konuşmaya başladı.

“Demek yeterince büyüdün evlat, öyle mi?”

“Evet efendim.” Diyerek yanıtladı Oblac. Rahip:

“O zaman neler yapacağımızı baban sana anlatmıştır diye tahmin ediyorum.” Diyince Oblac da:

“Tüm detaylarını değil ama evet efendim.” Şeklinde cevap verdi. Rahip ayağa kalkarak:

“Şimdi öğreneceksin küçük dostum, hiç meraklanma.” Dedi. Diğerleri de onunla birlikte ayağa kalktı. Rahip masanın başına geçtikten sonra konuşmaya devam etti.

“Üstündeki kalın şeyleri çıkar ve buraya gel evlat, göğsün hacın dışında çıplak, altın ise örtülü olmalı. Sonra da masanın üstüne çıkıp bağdaş kurarak otur. Dua sırasında ortada ve bizlerle aynı hizada olmalısın.”

Oblac Godric’in de yardımıyla denilenleri yaptı. Şimdi Godric ve rahip masanın yanında ayakta duruyor, Oblac ise hacın soğukluğunu sıcak bedeninin çıplaklığında hissederek masanın üstünde oturuyordu. Rahip gözlerini kapatıp hemen kısa bir dua etti. Sonra da masanın üzerinde duran hokka ve diviti aldı. Diviti mürekkebe batırarak önce kendi avcuna güzelce “SS” yazdı.  Ardından Godric’in avcuna bir “P”, Oblac’ın göğsüne bir “F” çizdi. Oblac’ın göğsündeki F’nin altına bir şeyler daha yazdı. Rahip yazmayı bitirdikten sonra seslice “In nomine Patris et Filli et Spiritus Sancti” dedi ve gözlerini kapatıp dua etmeye başladı. O sırada Oblac Godric’e dönüp sordu:

“Üstümde yazan şey nedir baba?”

“Honestum convivae”

“Peki anlamı nedir?”

Godric oğlunun yanağını okşadı ve “ Bunu dua tamamlanınca anlatacağım Oblac, şimdi biz de gözlerimizi kapatıp rahibin duasına eşlik edelim.” Dedi. Böylece ikisi de gözlerini kapatıp rahibin fısıltılar eşliğinde okuduğu duasını dinlemeye başladılar. Odada başka hiçbir ses yoktu.

Fısıltılar birden kesildi ve rahip, çevik bir hareketle cübbesinin kolunun altından çıkardığı bıçağı Oblac’ın kalbine sapladı.

Oblac birden sırt üstü devrildi. Gözleri şaşkınlıkla kocaman açılmış, kalbine saplanan şeye bakmaya çalışıyordu. Önce göğsü, sonra da ağzından sızan kanla yanağı ve boynu kırmızıya bulandı. Boğazından gelen hırıltılı sesler çıkardı ve vücudu tir tir titredi.

Ela gözlerinden akan gözyaşı kana karıştı. Sonra da göğsünde saplı duran kıpkırmızı bıçaktan hiçbir anlam bulamayan bakışları umutla babasına döndü.

********

Godric  masanın üstüne uzanmış oğluna yaklaştı. Sağ eliyle oğlunun ensesini kavrayıp başını kaldırdı ve sol eliyle ağzından akan kanı sildi. Kanı yeterince sildiğine emin olduktan sonra Oblac’ın hala anlamsızlıkla dolu gözlerine gülümseyerek başını okşamaya başladı.

–  Honestum convivae. Erdemli misafir. Sevgiyi anlayacaksın güzel Oblac, dinle beni:

Birkaç gece önce rüyamda İsa Mesih’i gördüm. Şefkatle kapandım ayaklarına. O ise beni ayağa kaldırdı. Tanrı’nın bana çok önemli mesajları olduğunu o yüzden onu dikkatle dinlemem gerektiğini söyledi bana. Söylediği her şeyi can kulağıyla dinledim oğlum. Yüce İsa bana dedi ki insanlar çok büyük bir günaha düşmüşler. Daha çok çalışmak, daha çok kazanmak hırsıyla fazlaca çocuk yapıyor, dünyanın dengesini bozuyorlarmış. Tanrı çok yakında bu ahlaksızlara ders olsun diye insanların çoğunu kıracak bir hastalık yayacakmış dünyaya.

Bu sırada Godric’in gözünden bir damla yaş süzüldü. Önce burnuna sonra da hala Oblac’a gülümseyen ağzının kenarına indi.

-Ancak Lord önce beni görevlendirmiş oğlum. Lord bizleri çok seviyor, Lord ona dualarımızı duyuyor! Tanrı’nın oğlu bana dedi ki bu hastalık başlamadan önce kalbi Tanrı sevgisiyle dolu, erdemle dolu, örnek bütün Hıristiyan çocuklarını Tanrı’nın yanına göndermeliymişim. Onlar bundan sonra o Yüce Yaratıcı’nın yanında yaşayacaklar, hastalık yıllarında kalpleri keder ve korkuyla dolmayacakmış böylece. Kutsandın Oblac! Anlıyorsun değil mi güzel çocuğum? Tanrı o saf kalbin, ona duyduğun sonsuz sevgi sayesinde ruhunu kutsadı! Halellujah, binlerce kez Halellujah!

Şimdi sevgiyi anlıyorsun değil mi Oblac? Sevgiyi görebiliyorsun değil mi?

***********

Ealdwine, Godric’in arkasından kapıyı kapadı. Cübbesini ve başlığını çıkardı. Garip şeydi doğrusu, bu adamın saçmalıkları nasıl olduğunu anlamadığı şekilde çocuklar üstünde işe yarıyordu. Kendi işine de yarıyordu tabi parasını ödedikçe. Ne de olsa kışın mezarlıklar donar, toprağa kürek girmezdi. Meleklerin kehanetini gerçekleştirebilmek için de o bedenlere ihtiyacı vardı. Kehanete göre bir şekilde birkaç kadının yarım ruhlarını kullanarak  bir erkeği diriltmek mümkündü, ancak şu ana kadar bunu başarabilen olmamıştı. Daha çok uğraşmalıydı, denemeliydi bunu başarmak için. Fakat öncesinde tekrar hazırlanmalıydı tabi, Godric gece yarısı birkaç kızla tekrar gelecekti.

“Öykü nakavtla işi bitirmeli.”

Deniz Poyraz