Sokağın köşesinde durdu. Sırtını kusmuk sarısı renginde, sıvası çoğu yerden dökülmüş apartmanın duvarına yasladı.  Elini gömleğinin alt düğmelerini patlatmaya çalışan şişkin göbeğinin üzerine koyarken derin bir nefes verdi. Havanın sıcaklığının sokağı dinginleştirdiği zamana denk gelmişti. Hızlıca sağı solu kolaçan etti, bıyığının uçlarını yukarı burdu. Yakınlarda kimsenin olmadığına emin olunca serçe parmağını burnuna soktu. Birkaç saniye iyice kazıdıktan sonra bezelye çuvalına düşse sırıtmayacak büyüklükte bir sümük topu çıkardı. Ağzına attı. Tadı tuzluydu.

Metin ve itleri gelmeden önce buradan tüyse iyi olacaktı. Ancak orospu görünürde yoktu. Gözlerini kısıp sokağın öte ucuna baktı. Orospuyu geç, sokakta bir karı bile yoktu. İlerdeki hayratın taşına yaslanmış Suri ve kırmızı Hacı Murat’ın altına uzanan bir velet dışında bir insan evladı görünmüyordu. Gerçi onlar da pek insan evladına benziyor sayılmazlardı. Suri gözlerini kapatmış, başını bir sağa sola oynatıyordu. Vücudu garip şekillere girerken ayağıyla önündeki tenekeyi devirdi.

“ÇIINNNNNNN!”

Göbekli sunturlu bir küfür etti. Onun hemen ardından sokağın öbür ucundan kuvvetli bir “LAAAN!” sesi geldi. Bu bağrışı cilveli bir kadın kahkahası izlerken göbekli topukları ana caddeye yağlıyordu.

****

Kalçasını bacağına sürttürdü ve sırıtarak önce yüzüne sonra orasına baktı. Teması alan Metinin yüzünde de bütün dişlerini gösterecek biçimde çirkin bir gülümseme belirmişti. Sağ eliyle poposunu avuçlamak istedi, kadın çabuk bir hareketle elini itti ve “Bari sokakta uslu dur ayol, yetişecek trenimiz mi var?” dedi. “Sen herkesin içinde sürttürmesini biliyorsun ya püsküllü.” “Canım o ufak dokunuşları seni hep heyecanlı tutmak için yapıyorum.” Metin tekrar güldü, “Heyecan ne demek, yanıyorum ulan burada.” Bu sefer belini bluzun içinden kavradı. Parmaklarını aşağı indirdi.

O kadarına izin verebilirdi evet. Zaten istediği de tam olarak buna yakın bir şeydi: sıkılıp kenara atacak kadar değil, aşık olup peşinde koşacak kadar oynaşsınlar.

Metin kolay lokmaydı. Şu zamana kadar onun gibi bir düzine herifi elinden geçirmişti: Cebinde çakısı, elinde tesbihi eksik olmayan; kendisi otuzlarına dayanmış olsa da hiçbir baltaya sap olamamış, anca mahallenin kendisi gibi uğursuz yirmiliklerini çevresine toplayıp delikanlıcılık ve mafyacılık oynayan, baba ya da bir akraba servetinin baş mirasyedisi.  Haklarını vermek lazımdı ama, onlar olmadan bu kadar altın, gümüş, takı ve elbise kazanması mümkün olmazdı. Birçok mahallede ve şehirde birçok Metin’ler görmüştü, hepsi çevresindeki diğer kopuklara karşı ağababa, kendisine ise kara sevdalı aşık kesiliyordu.  Reşat alan Reşat’lar, girişte çıkışta bir cumhuriyet bırakan Eşref’ler, aldığı kolyeler, yüzükler, bilezikler çekmecelere sığmayan Mehmet’ler… Bütün iş dozunu ayarlamaktaydı: Azıcık verecek, bolca alacaktın. Dışarının kaplanı, yatak odanın kurbağası da işi çakınca bir an önce toplayabildiğin ne varsa alıp duman olacaktın. Bunca yıl böyle sorunsuz gitmişti. Allah sarkan memeleri, yüz kırışıklarını göstermesin, bir süre daha da böyle giderdi. Ne de olsa bunca yeri gezdikten sonra anlamıştı ki memlekette her yer birbirinin aynıydı.

“Senin canavar nasıl, böyle heybetli bir şey mi?” “Yemin billah küçük dilini yutarsın.” Kahkaha attı. Sözde bugün için anlaştığı göbekli de aynısını demişti. Yemin billah küçük dilini yutarsın, erkekler ve bitmek tükenmeyen bol keseden sallamalar. Metin yine uzun boylu, kanı kaynayan bir çocuktu, insan öyle direkt dalga geçemezdi de o yaşından başından utanmayan göbekli amca.. Neyse, mahallenin yağlısına gidebilmek için biraz tanınmak gerekiyordu. O aşamaları da hızlı ama doğru bir şekilde geçmek gerekti. Ki artık para kasasının yanındaydı, onun evine doğru gidiyor olduklarına bakılırsa her şey istediği gibi dozunda, paracıklar yakında koynundaydı.

“Daha çok yolumuz var mı canım?” “İşte hemen şuradan dönünce.” İşte hemen şuradaki sokağa tam dönmüşlerdi ki

“ÇIINNNNNNN!”

Sesin nereden geldiğini anlamadığı için gayri ihtiyari sokağın en ucuna baktı. AA AH, işte o göbekli değil miydi o? Metin’i görmüş, tavuk gibi arkasını dönmüş kaçıyordu. Kendini tutamayıp bir kahkaha patlattı. Metin ise o sırada bağırarak yanından hızlıca ayrılmış, sokağın içine doğru koşuyordu.

***

Parmaklarıyla bulduğu yeri iyice mıncıkladı. Gittikçe daha da çok zevk alıyordu. Ona belli etmemeye çalışarak şöyle bir göz ucuyla her yerini süzdü, hani ilik gibi hatun derler ya, hakikaten öyleydi. Kalçaları yürüdükçe bir aşağı bir yukarı sallanıyor, memeleri dosdoğru önünü gösteriyordu. Hafif balık et, bembeyaz ten, bir yudumda iç bitir.Bundan sonra yapılacak şey belliydi, bugünden itibaren başka kimse ile görüşmesine, ona buna sıvaşmasına izin vermeyecekti. Ne de olsa namusu onun üstüne yazılacaktı. Parasını, bakımını, cartı curtunu neyse verirdi, o sorun değildi zaten. Önemli olan forsuydu. Onun gibi bir hatunla olunca kendisine ağam beyim demeyen artık kalmayacaktı. Düşmanları bile yüzüne fazla bakınca gece karabasana giren çirkin cadalozları kovalayadursun, işte o bu hatunla sokaklarda, korularda dilediği gibi fink atacaktı. Mahalleden elini öpenler diyecekti ki “Abi yenge de muhteşem, Allah nazardan saklasın.” “Abi yenge Rus diyorlar doğru mu? “Yok ben duydum, Ukraynalıymış. “Babası Türk annesi Latin de diyorlar.” “Abi emekli zabıt yengeyi sokakta yürürken görmüş de ondan kalp krizi geçirmiş.”  “Yenge her gün senin aldığın başka bir bileziği takıyormuş abi.” “Abi Allah hepimize Yengenin çeyreği kadar güzel kız nasip etsin.” “ Abi yengeye ‘Metin yatakta nasıl?’ diye sormuşlar, yenge aslan gibi kükremiş” “Ellerini de pençe gibi yapmış.” “Abi krallar gibi besliyormuşsun yengeyi diyorlar, masanızda bir kuş sütü yok diyorlar.”

Harika olacaktı. Ne diyor bu, aletimimi mi sormaya çalışıyor? Uyanık şey, meraktan kuduruyor tabi. E küçük dilini yutturacak kadar var haliyle, başka türlüsü olur mu hiç, biz nerenin çocuğuyuz? Şurdan dönüp eve hele bir varalım ben göstericem ona.

“ÇIINNNNNNN!”

Metin sesin geldiği yere baktı, kimdi o? HAH İŞTE! Günlerdir istihbarat aldıkları çoluğun çocuğun önüne kesen Suri değil miydi o? Kesin oydu.  Tüm gücüyle “LAAAN!” diye bağırarak Suri’nin üstüne koştu. Bu pezevenk toparlanıp bi korksundu.

***

لم يعد لك عمل هنا بعد الان

Hadi yallah!

gittim ben de,  birkaç ay geçmedi ki bomba gel sen yanıma, sonrasında da kolun koptu dediler, artık nasıl silah tutacaksın dediler, sınıra kadar uğurladılar beni, sonra oradan türkiye, burada ne yaparım ne iş tutarım bilmeden geldim, cebimde ne vatanın ne buranın parası, sokağa oturuyorsun olan tek elini açıyorsun tuhaf tuhaf bakıyorlar, bilmem ki sizin konuştuğunuz dili, bir bilsem diyecem ki evet ulan savaşta kaybettim bomba düştü yanıma, ne oldu hiç görmedin mi kolsuz, diyemiyorum diyemiyorum onlar da beş kuruş para vermiyorlar, cehennemden çıktım da geldim diye düşünürken silahsız ölüyorum şimdi, orada kalsam bile daha iyi yaşardım be, yolu yok mu ki buradan daha uzağa gitmenin diye düşündüm durdum

العمل بالقوارب مربح جداً

Vallah?

allah seni inandırsın dediler ben de inandım, o zaman ben de bu işi girerim tabi, üç beş toplayıp bir bot alayım birkaç kürek, sonra müşteriyi de alıp gece deniz kenarına gideceksin oradan karşı adaya kadar götürüp bırakacaksın onları, sonra da hava aydınlanmadan geri döneceksin dediler, ertesi gün bir daha ertesi gün bir daha işte böyle para kazanılır ya, aklıma yattı başladım biriktirmeye parayı, on kuruş yirmi beş kuruş atıyorlar önüme baktım bu böyle olmayacak veletleri tek buldum kıstırdım harçlığını sökül bakalım söküldüler paşa paşa, böyle böyle botu da kürekleri de aldım hamdolsun başladım buradaki fakir fukara hemşerileri karşıya geçirmeye, sonra oradan haberler gelmeye başladı diyorlar ki geçenler çok mutluymuş almanya çok güzel bakıyormuş isveçte her türlü yardım yapılıyormuş da oluyormuş da yaşanıyormuş da bir sürü laf, dedim lan bende sermaye var ama bu taşıdığım sümüklüler benden daha güzel yaşıyor ha, o.. çocukları sizi, ben salak mıyım ha, aşağıda kalır mıyım lan ben ha

 

وانا سوف اذهب

Alimallah!

dediğim gece atladım botuma karşıya geçmek için ama işte alınyazısı yamuk olunca adamın neler geliyor başına ya, kaç gün paşa gibi uslu duran denizde o gün fırtına çıkmasın mı, benim kolum yok kürek çeksin diye yanıma aldığım adam korkudan bayılmasın mı, gece en son korkudan ağladığımı hatırlıyorum, sonra da gün ağarınca bir uyandım buranın karasına vurmuşum, adam yok bot yok kürek yok yanıma aldığım hiçbir şey yok bir baktım ulan üstümde bile bir şey yok, şerefsizin biri ben baygınken gelip soymuş beni,  allah kahretsin lan allah kahretsin dedim, şimdi para yok en başa döndük yardım edecek akıl verecek herkes çoktan buradan gitti mecbur sokaklara dön dilen yüzüne tükürsünler ekmek iste hadi başka kapıya para yok kazanacam de nah çekiyorlar s.. git diyorlar bizim burada çalışamazsın e ben napayım diyorum hadi defol para yok ulan sende yoksa bende de yok ekmek yok şarap var hele can gel buraya iç şundan başım sağa sola dönüyor tutunamıyorum ilk seferde hep öyledir bu para yok anladık ulan bizde de yok şunu çek bir içine para mara derdin kalmaz anam anam sen misin o anacığım ben çok hata yaptım anacığım para yok hiç gitmeyecektim memleketten açım kandırdılar beni para yok oyun yaptılar bana açım açım ekmek parası parada ekmek yardım çadırına çek içine para..

“ÇIINNNNNNN!”

Suri bir gözünü yarım açabildi. Ne olduğunu anlamamıştı. Birden karşısında kocaman bir şey belirdi. Kocaman şey yakasından tuttuğu gibi kaldırdı onu. Adam mıydı o kocaman şey neydi?

Metin Suri’yi  tokatlamaya başladı. Bir yandan da bağırmaya devam ediyordu. “Alçak köpek, utanmıyor musun lan buralarda dolanmaya? Ne sanıyorsun lan sen kendini? Mahallemizin bacılarında mı gözün var ha? Beynini s.iğimin salağı, köpek herif! Çocuklara mı yetiyor ulan bir tek gücün?” Suri elini yüzüne siper etmeye çalışıyor, Metin de bunu gördükçe daha hışımla vuruyordu. O sırada bir kıkırtı duyuldu. Metin kafasını kaldırıp sesin geldiği yere baktı. Bir kadın elinde uzunca bez gibi bir şeyle pencerede durmuş sırıtarak onlara bakıyordu. Kadın Metin onu görünce ifadesini sildi, bezi hızlıca dertop etti ve arkasını dönüp pencereden gitti.

“Metin bırak şunu allah aşkına, bak beraber geçirebileceğimiz vakti kaybediyoruz.” Metin o sırada kolunu tutan hatunun yüzüne baktı. Kendisine işveli işveli gülüyor, kaş göz yaparak apartmanı gösteriyordu. Metin gevrek gevrek güldü ve “Püsküllüye bak sen!” dedi. O sırada Suri’nin yakasını bırakmıştı. Müstakbel yengenin tekrar belini kavradı ve apartmana doğru götürdü. O sırada yediği dayakla zihni iyice açılmış olan Suri toparlanıp kaçmaya başladı. Tam birkaç uzun adım atmıştı ki bacaklarının arasından hızlıca geçen bir kediye takılıp düştü. Küfüre benzer bir şeyler haykırıp tekrar kalktı ve hızlıca köşeyi dönüp uzaklaştı.

***

Big Mac’ten koca bir ısırık aldı. Eline biraz ketçap bulaşmıştı, hızlıca masa örtüsüne sildi. Survivor’ın geçen hafta verilen bölümünün tekrarını izliyordu. Bu tekrarları yayınlamaları da iyi oluyordu valla, insanın ilk sefer izlediğinde gözünden kaçan şeyleri böyle hemencecik buluyordun. Ahahahah Ersin yaa, şu Ersin ne komik adamdı, piçuuv piçuuv yaptığı videoyu da hala arada açar izlerdi zaten. Ah ne olurdu kendisi de bir ayıyla değil de şöyle eğlenceli bir adamla evlenseydi? Mama sandalyesindeki bebek ağlamaya başladı. “An-ne-si-nin ku-zusuuuu, Bir ta-ne-cik  de yavrususuuuu” Ağlıyordu. “Ey gü-zel de oğluşuşuuum , zey-tin yer-miş oğluşuşuuum” Sofradaki zeytinden bir tane alıp bebeğin ağzına verdi. Bebek zeytini tükürdü. Ağlıyordu. “Köf-te se-ver-miş oğluşuşuuum.” Köfteyi de tükürdü. Hala ağlıyordu. “EEEEH, YETER BE!” eliyle bebeğin yanaklarını sertçe sıktı. “Ağlamayacaksın artık tamam mı, ağlamayacaksın.” Daha da çok ağlamaya başladı. Söylenerek kalktı, mutfağa gidip bebeğin emziğini aldı. Zorla ağzına soktu bebeğin. Emmeye başlayınca susmuştu. Kanalı değiştirdi, bir müzik kanalına gelince durdu. -Yürürüm yolları hevesim yok kursağımda hala- omuzlarını salladı. Bu yakışıklı çocuğun yeni çıkan şarkısı da pek güzeldi sahiden. İnsanın dinledikçe dinleyesi geliyordu. Ah ne olurdu zamanında böyle yakışıklı, sanatçı bir çocukla evlenseydi? Gerçi ona gerek yok, bostan korkuluğuyla bile evlense bu kahvedeki uğursuzdan kendisine daha çok faydası olurdu. En azından onun gibi kargaları çevresinden kovardı da güzelim gençlik yılları böyle heba olmuş olmazdı belki. Ağzındaki zeytinin çekirdeğini örtünün üstüne koyarken gözleri doldu. Sahi her şeyi hiç olmuştu, evinde koltuğunda otura otura solmuştu böyle. Oysa henüz gencecik körpecik bir kızken ne güzel bir çeyizi vardı, ne güzel hayalleri vardı. Ne mobilyalar, ne renk duvarlar, ne desenli kırlentlerin düşünü kurardı… O zamanlar İnstagram yoktu tabi, o yıllarda biraz çeyizini biraz da almayı hayal ettiklerinin fotoğrafını çekip koysa kim bilir konu komşunun nasıl dibi düşerdi. Daha iki kombin yapmayı bile beceremeyen gelinler onun yaratıcılığını, sanatçı ruhunu görseler belki evlenmekten bile vazgeçip kendi düğününü izlemekle yetinirlerdi. İşte böyle uçup gitmişti yıllar… Hamburgeri bitmişti. Kağıdı masaya bıraktı. Gözünden bir damla yaş akarken bir yandan da sofra örtüsünü topluyordu.

“ÇIINNNNNNN!”

Allah allah, bu ses de neydi böyle? Ne olduğunu anlamadan bağrışlar da başlamıştı. İki eliyle sofra örtüsünü iki ucundan tuttu, zaten pencereden aşağı silkecekti, o sırada ne olup bittiğine de bakardı.

Pencereye geldi. AAA, Metin değil miydi o? Evet evet Metindi. Suriyelinin yakasından tutmuş pata köte vuruyordu. Aferin Metin! İşte mahallede delikanlılar bunun için lazımdı. Dilenci de uğursuz da asla girmeye cesaret edemeyecekti bu muhite. Yoksa analarından ak süt emmiş mahallemizin çocukları o hayırsızları böyle benzetirdi. Sofra örtüsünü açıp aşağıya güzelce silkerken gözünü olaydan ayırmıyordu. Metin vurdukça Suriyelinin kolu bacağı ayrı yerlere gidiyor, yüzü şekilden şekle giriyordu. En son kurbağa gibi dilini çıkarmıştı. Dayanamayıp kıkırdamaya başladı. Metin birden durdu. Başını kaldırıp doğrudan kendisine baktı. Hemen kıkırdamayı kesti. Çok utanmıştı, ne yapsa bilemedi. Hızlıca sofra örtüsünü toplayıp pencereden içeri girdi.

***

“ÇIINNNNNNN!”

Yerinden sıçrayarak uyandı. Bu da nesiydi böyle?

“Allahu ekber Allaaaaaahu ekber!”

Bir daha ufak çaplı korktu. Telefonunun yüksek sesli çalması iyiydi de uyurken böyle adamın yanında çalınca korkutuyordu. Neyse, kalktı. İş vaktiydi. Telefonu açtı. “Taksi, buyurun.” “Bakanlığa çıkan yokuşun oradaki pastane abi.” “beş dakika içinde geliyorum.” Aslında kanat takıp uçsa on dakikadan evvel orada olması mümkün değildi de işin raconu buydu nasıl olsa. İşin raconlarını da kısa sürede kapmıştı ha, çok değil altı ay önce şeker fabrikası işçi çıkarınca işsiz kalmıştı. İlk iki ay ortada dolandı durdu. Sağa gitti iş sordu yüzüne kapıyı kapadılar, sola gitti iş sordu valla aramıyoruz beyim dediler asansörü gösterdiler. Tam ümidi kesiyordu ki akıl kahveden geldi. Büyükleri dediler ki “Yahu oğlum sen iyi şoförsün, kaç küsur yıldır da buradasın adım gibi biliyorsun bu sokakları, korsan taksicilik işine girsene.” “Yok yahu.” Demişti. “Olur mu hiç öyle yasadışı tehlikeli işler. Hem yakalanırsam ne bok yiyeceğim?” “E sen de aklını kullan yakalanma. Bunca insan yakalanmadan çatır çatır para kazanıyor, bir beyinsiz sen misin?” Doğru diyorlardı, bir enayi olup aç kalacak o muydu? Orada burada duyduğumuz bir ton insan bu işle para kazanabiliyorsa kendi de kazanırdı. Tamam dedikten sonra hemen kolları sıvadı. Sonrasında hep kahvedeki gençler akıl verip yardım ettiler sağ olsun. Bir sürü delikanlı gidebildikleri kadar uzağa gidip boş buldukları her direğe, her duvara bastırdıkları afişleri astılar.

 

 

YOLDA KALDINSA SANA TAHRA BACAK GEREK!

BENİ ARA: SARI TAHTA BACAK

05537274548

 

“Abi öyle ilginç bir şey olması lazım ki hem milletin dikkatini çeksin hem de senin korsan taksi olduğunu hemen anlasınlar. Sen merak etme zaten biz yayabildiğimiz kadar yayarız çevreye.” “Allah sizden razı olsun evladım” demişti. Çocuklar da Allah var iyi duyurmuşlardı millete, artık evde oturup kestiriyor, numarası çalınca da giyinip taksiciliğe başlıyordu. Yine giyindi, sokağa çıktı. Taksinin önüne geldiğinde aracın üstündeki poşet ve ekmek kırıntılarını fark etti. Üst kat penceresine bakıp “ A… mun karısı.” Diye söylendi. Çöplük müydü ulan bu taksi? Poşet ve büyük parçaları eliyle itti. Taksinin diğer tarafına geçti. Bir velet başını aracın altına sokmuş uzanıyordu. “Napıyorsun lan orada” dedi. Velet başını çıkarmaya çalışırken o da direksiyona geçmişti. Çocuk pencereden gözlerini büyüterek ona baktı. “Amca dur altta kedi var!” “Kedinin de hayatını …” dedi ve anahtarı döndürdü. Motorun boğuk sesiyle hemen aynı anda bir kedi ciyaklaması duyuldu. Ardında da taksici basıp gitti.

***

“Gel pisi pisi pisiiiiii, gel pisi pis pisiiii, e hadisene be pisii yaaa!” Pisi gelmedi. Hain kediyi tutup kuyruğuna ip bağlamayı başarmıştı ama tam ipi yakacağı zaman birden kaçıvermişti şerefsiz. Buranın en fırlama kedisiydi bu. Hem bütün gün mahallemizde yatıyor hem de kimseyi kuyruğuna dokundurmuyordu. Halbuki mahallemizin kedileri kuyruğunun yanık olmasıyla meşhurdu. Civardaki bir sokakta, çöpte, mama kabının önünde bir kavga çıktı mı hemen bütün çocuklar “Kuyruğu yanık olan alır” diyordu.  Herkes biliyordu ki hepsi bizim kadromuzdaki kedilerdi yani, onları iyi yetiştiriyorduk. Güçlenmeleri için öyle güzel testlerden geçiriyorduk ki en sonunda fare buldu mu parçalıyorlardı namussuzlar. Diğer kedileri anadan doğduklarına pişman ediyorlardı. Ah şu kara oğlanın da kuyruğunu bir yakabilsem yenilmez olucaz da kaç gündür kaçıyor namussuz. Annem sabah çenesini tutup balkondan bağırmasaydı elimden kaçmadan hemen yakıverirdim de işte, aptal kadın. Hacı Murat’ın tekerleği arkasına yaslandı hiç kıpırdamıyor itoğlu. Ulan işin hemen beş saniyelik, gelsene şuraya.

“Gel pisi pisiiiiiiii!!”

“ÇIINNNNNNN!”

Kara oğlan birden Hacı Murat’ın altından fırladı, çocuk da peşinden. Kedi kuyruğunun arkasında yere sürten ipe aldırmaksızın çok güzel zikzaklar çiziyor, zaten elleri pek hızlı olmayan çocuğu arkasında komik bir duruma düşürüyordu. Çocuğun bacağının arasından geçti, elektrik direğinin çevresinde döndü, çöp kutusunun kapağından başka bir arabanın üstüne sıçradı da yine yakayı ele vermedi. En son çocuk tam ipten tutuyordu ki bu sefer de taksicinin arabası altına girdi. “UIan allahın belası yine mi araba altı.” El mahkum tekrar eğildi çocuk. “Hanimiş benim kara oğluuum, salla bakayım şöyle kuyruğunu.” Sallamadı dinsiz. O sırada çocuğun bacaklarına ekmek kırıntısı ve zeytin çekirdekleri düştü. Yok ama hayır, kafayı çıkarıp o teyzeye haddini bildiremezdi şimdi. Ya kedi o sırada fırlayıp gözden kaçarsa? Böyle düşünürken birden kafayı güm diye tampona vurdu. Kedi sesten korkup arkasına doğru fırlamıştı ama bu sefer koşan Suri’nin bacaklarına sürttü ve sersemledi. Suri de yere düşmüştü. Hem çocuk hem de Suri küfrederek acıyan yerlerini ovarken kedi tekrar son çıktığı yere girdi. Çocuk acının da etkisiyle iyice hırçınlaşmıştı. Bildiği bütün küfürleri ederek hırsla kediye uzanmaya çalıştı. Fakat mümkün değildi, boyu yetmiyordu. Hemen yanı başında taksicinin sesini duydu. Hızlıca toparlanıp başını arabanın altından çıkardı. Adam direksiyonun başına geçmişte bile. Telaşla pencereden başını uzattı “Amca dur altta kedi  var!” Taksici küfredip arabayı çalıştırdı. Motorun kuvvetli ve boğuk sesi geldiği anda kedi ciyaklayarak tekrar arabanın altından fırladı. Çocuk da hemen peşinden tekrar koşmaya başladı. Kedi bu kez sokaktan dışarıya doğru gidiyordu. Çocuk da var gücüyle peşindeydi. Sokaktan sağa döndüler, ara yollardan geçerek ana caddeye çıktılar. Çocuk yavaşlamıştı, pili bitmek üzereydi. Aralarındaki mesafe ana caddeye girdiklerinden beri epey açılmıştı. O sırada kedi pat diye soluna döndü ve demir parmaklıklardan içeri sızarak gözden kayboldu. Çocuk demir parmaklıkların önüne geldi. Bu parmaklıkların arkasında beyaz, gösterişli bir bina vardı. Daha önce bu binaya hiç dikkat etmemişti. Kocaman pencereleri ve geniş balkonları önündeki pırıl pırıl su akıtan çeşme havuzuna bakıyor, lüks arabaların yan yana park ettiği yerin arkasından bile binanın devasa giriş kapısı görülebiliyordu. Kapıdan takım elbiseli şık adamlar ellerinde parlayan koyu renkli çantalarla sürekli girip çıkıyorlardı. Çocuk araçları saymaya çalıştı ancak başaramadı. Hayatında hiç bu kadar pahalı arabayı yan yana görmemişti. Gözünü adeta onlardan alamıyordu. O sırada bir tanesinin kapısı havaya doğru açılınca çocuk büyülenmişti. Kafasını açılan kapıyla beraber yukarı kaldırdı. Kafayı kaldırınca dikkatini tekrar bina çekti. Binanın üst katlarına kocaman bir poster asmışlardı bir de. Okumaya çalıştı.

“Tel.. Zel.. Yok lan Bel… Belet.. Beled.. Belediye, i… işş… işi, dön.. gön..gööö… gönül, iş… a aynısını lan, işi. Çocuk okumayı başarmış olmanın verdiği gururla yüksek sesle söyledi.

Belediye işi Gönül işi!