Benim küçük cinim, bak en sonunda Temmuz’un da ortasına geldik. Yanından öylece geçip gittiğimiz yalnızlık günlerimiz azar azar büyüyerek gücünü acıdan, karışıklıktan,tek başına bırakılmışlıktan alan kalabalık bir hüzün ordusu oluşturuyor. Gece sessizliği her periyodunda ayrı dünyalarımızı aynı tonla tekrar çaldığında tatlı uyku gelene kadar biraz daha kanıyoruz. Biraz daha bomboş bakıyor, biraz daha birbirimizin hayalinden kaçıyoruz. Şimdi aptal ve saygılı bir aşık olsa ”Elbette bunlar benim hislerim, aramızdaki bunca yoksunluk bana senin hislerini tam göstermiyor.” Gibi bir şeyler saçmalayarak bundan önceki tüm cümlelerin öznesini tekil yapma gayreti gösterirdi. Ama ikimizce de kutsal olmayan şeyler üzerine yemin ederim ki (çünkü yemin etmek bir insanlık mirasıdır) benimle aynı hisleri paylaştığını biliyorum. Hatta bir ihtimal benden daha bile kuvvetli duyabilirsin bütün bunları, zira yalnızca seçilmiş bir insan azınlığı biliyor ki benim küçük cinim aslında benden bile daha duygusaldır. Sadece bilmelisiniz ki onunkisi böyle ortalık malı olmuş, suni, göstermelik, çevreye odaklı bir duygusallık değildir. Yalnızca özel kişiler ve de özel koşullar altında, var olduğunda direkt olarak en saf,en öz haliyle ortaya çıkan, sıcacık, insana geleceğe ve ötesine, iyiliğe ve sonsuzluğa, özgürlüğe ve doğaya dair umut veren kusursuz bir duygusallıktır.

Küçük cinimi bir kerecik bile olsa bu halde görme şerefine erişemeyenler abarttığımı düşünmekte serbesttir. Ne de olsa günün sonunda en çok onlar kaybetmiş olacaklar. Sadece insanlardan oluşturdukları hep aynı rutini takip eden çevrelerine (bir zamanlar bana olduğu gibi) küçük bir cin düşseydi geçmişte öğrendikleri, hissettikleri her şeyi sil baştan yaparak heyecanlı bir hayata atılabilirlerdi. Fakat üç yapraklı yonca bir tek benim başımın üzerinde ışıldıyor, Macbeth’ten kayıp giden her şans bir şekilde benim küçük cinimle tanışma hikayemde toplanmış oluyor en doğru ifadeyle.

Tabi bütün bu masalvari iyi karakter şansımı ayrılığımız un ufak etti. “Cloud cuckoo land” üstünde dolanan bedenim acı bir şekilde Yeryüzü’ne inmiş oldu böylece. Şimdi, senden aksini gösterecek herhangi bir hareket olmadığı sürece, o günleri yalnızca özlemle anabilirim. Belki biraz gözüm sulanır, annesi terk edince hüngür hüngür ağlamış bir çocuk gibi biraz sümüğüm akar, hala küçücük kalmış ruhumun bütün yansımasıyla peçeteye ihtiyaç duymadan koluma siler ve boşlukta senin izini aramaya devam ederim.

Üst satırlardan bir ses duyuluyor:
-Senin aptal ve saygılı bir âşıktan farkın kaldı mı şimdi?
-Ama bu bir mektup değil ki efendim. Hayır hayır , bu kesinlikle bir aşk mektubu değil. Ben sadece gece geç vakitte yatağımda sol sağ sol sağ sol yapmak yerine bir kağıt parçasına bir cine dair aklıma gelen her şeyi sıra gözetmeksizin kusuyorum. Bunların hiçbirinde bir umut beklentisi yok, çünkü hep söylediğim gibi küçük cinimin benim yazılarımı sevmediğini, sıkıcı ve basit bulduğunu, zorlamasam hiçbirini oturup baştan sona okumayacağını biliyorum. Ve de bu iç dökmelerimi asla önüne koymuyorum onun, değerli vaktini boşa çalmak istemiyorum hiçbir şekilde. Hem adeta bir saatli bomba gibi ona yazdığım bütün bu sulu ve bomboş satırları önüne fırlatıp vereceği tepkiyi beklemektense en sevdiği şair olduğunu düşündüğüm bir başka aşık gibi “O şimdi ne yapıyor? Şu anda, şimdi, şimdi?” diye düşünmek daha güzel değil mi?

Sevgi sözcüklerimi bile kendim kurmayıp alıntı yaptığım için kızmayın bana. Hayatımın yakın bir noktasında düşünüşü ve yaşayışıyla yolumu aydınlatan küçük cinim olmadan şairliğimde en az yazarlığım kadar berbattır. Üstelik bunun herhangi bir tedavisi de yok diye biliyorum. Galiba elimden gelen tek şey üzerimdeki bu lanet kalkana değin Olimpos’taki Müzlerle aramı iyi tutmak. Belki hemen şimdiden bir kurban kesebilir veya adak olarak sunacak bir şeyler bulabilirim. Ya da neyse, iki seçenek de gecenin bu saatinde olanaksız duruyor.

Ah, neredeyse unutuyordum: Benim küçük cinim, biliyorsun ki sana karşı en başta yaptığım aptallıklardan dolayı ardı ne zaman kesilir bilinmez bir özür ayini düzenledim sana. Fakat bu sefer az kalsın neyden dolayı özür dileyeceğimi söyleyemeden sona gelecektim. Evet, şimdi gülme ama bu sefer küçük hınzırlıklar yaptım. Mesela normalde yıllar geçse de aramayacak olsam da sırf bana seni hatırlattığı için denizden çıkmaz oldum adeta bugünlerde. Zira denizi ne kadar çok sevdiğini biliyorum (Bir de bana şaka gibi “Beni unutmalısın, özlememelisin” demiştin değil mi?). Kısacası senin denetimin olmadan sözüne itibarım ancak bu kadar oldu. Daha başka hınzırlıklarım da var ama izninle onları sana başka yazılar yazabilmek için bahane olarak saklayacağım. Anlarsın ya hepimizin küçük hilelere ihtiyacı var.

Biliyor musun sensizlik sürecinde git gide daha silikleşiyorum. İnanır mısın bilemem ama yalnız senin görebildiğin hırsım ve egomdan bile artık doğru dürüst bir eser kalmadı. Yuvasını kurmayan kuş kadar umarsız, bayramda yaşayan akrabası olmayan adam kadar serbest kaldım. Belki günler uygun adım yürüyüşüne devam ettikçe daha da kayıp bir kişi olarak güçlü ve de en azından dayanıklı insanlar için tasarlanmış olan bu sahneden çekilmem gerektiğini anlar ve şapkamı alıp giderim.

Israrla soruyorum, hala elimi tutmuyor musun?