Basın gösterimi aracılığıyla izleme imkanı bulduğum yeni Spike Lee filmi “BlackKklansman (Türkçe meali “Karanlıkla Karşı Karşıya”)”  UIP Türkiye dağıtımcılığıyla 28 Eylül günü sinema vizyonuna teşrif etti. Fragmanlarıyla bir hayli merak yükselten bu film özünde bir slogan, bir propaganda  filmi. Aslında bu çok tahmin edilebilir bir durumdu. Her film yönetmeninden izler taşır ve bu izler yönetmenin filmografisine işler. Renk kullanımından tutun , diyalog yazımına kadar. Bu bir imza çeşidi. Dibine kadar pastel renkler izlediğiniz bir film varsa o Wes Anderson sinemasıdır. Diyalogları canlı ve günlük hayattan gibiyse Tarantino sinemasıdır. Tabiki de bu tarz yöntemleri kullanan başka yönetmenler de var. “Auteur” kavramı da burda devreye giriyor. Tümüyle yönetmene ait bir sinema. Spike Lee’de bunlardan biri. “Do The Right Thing” ve “Malcom X” başyapıtlarından ve bu iki film de slogan filmi. Temaları da benzer hep. Spike Lee filmi izliyorsan “ırkçılık” her daim mevzubahistir.  Zamanla gözden düşmesine rağmen “BlackKklansman”le dikkatleri yeniden üzerine çekmeyi başardı. Ödül sezonunda iddialı olabileceği yönünde söylentiler bir hayli fazla ve unutmayalım ki PR her zaman önemlidir.

Spike Lee her haliyle olaylı  bir adam. Cannes’da Win Wenders’a saldırmasından tutun, sırf “Spike”

markasına (kendi adının bir marka olduğunu varsayıyor ve üstelik patenti var) zarar verecek diye Spike TV adında bir kanala dava açmasına kadar. Böyle manyak bir adamı görünce doğal olarak filmleri için bir heyecan oluşuyor. Şu konuya bir bakın: Ron Stallworth afroamerikan bir polis memuru. Bir gün ansızın Ku Klux Klan Colorado şubesiyle iletişime geçer ve örgütün içine sızmaya çalışır. Çok yaratıcı bir hikaye. Ku Klux Klan “ari” düşünceyi savunan bir örgüt. Aktivist bir örgüt aynı zamanda. Ellerini kana bulamaktan çekinmezler. “White Power”ı savunurlar. Şimdi bir düşünün. Siyah tenli birisinin Ku Klux Klan’e girme macerasını izleyeceğiniz bir film var. Üstelik “based on a true story” damgasıyla Ron Stallworth’ün gerçek biri olduğunu ve bu filmin aynı adamın kitabından uyarlandığını öğreniyorsunuz. İstemsiz bir şekilde heyecan uyandırıyor. Fragmanları ise filmi başka bir boyuta taşıyor.

Bu film size olayların gerçek olduğunu söylüyor. İşte film o gerçekçiliği yakalayamıyor maalesef. İki taraf arasında bir denge yok. “White Power”ı temsil eden tayfa fazlasıyla sığ, kaba tabirle gerizekalı olarak lanse ediliyor. Bu yüzden gerçekçiliğini sorguluyorsun. Film oldukça akıcı bu arada . Tıkır tıkır işleyen bir sistematiği var. Birkaç bölüm bu sistemi sekteye uğratsa da hızlı hızlı toparlayabiliyor. Lakin bu sistematik iki yapıdan oluşuyor ve filmi de ikiye bölüyor. Hatta ikiye bölmekle de kalmıyor 2 farklı janra oluşturuyor. İlk yarı polisiye – aksiyon izlerken, ikinci yarı bütünüyle bir slogan izliyoruz. “White Power” ve “Black Power” çatışması.  Bir nevi manipülasyona dönüşüyor ya da daha yerine oturacak bir tabirle “kamu spotuna” dönüşüyor. İşin güzel tarafı izlerken rahatsız etmiyor.

Oyunculuklar bir iki isim dışında gayet başarılı. John David Washington filmi gayet iyi taşımış. Topher Grace oldukça vasat bir isim, burda da pek bir şey değişmemiş. Adam Driver da iyi bir oyunculuk çıkarmış. Aslında oyunculuk anlamında Adam Driver oldukça ilginç bir isim. Her film ondan çok iyi oyunculuk bekliyorsun, film sonunda başarılı deyip iyi bir yönetmenin başka bir filminde görüyorsun. Sadece başarılı, üstü değil.  Filmde özellikle iki nokta dikkat çekici: Müzik seçimleri (müzik kullanımı değil) ve yaratılan retro atmosferi. 80’ler havasını ve tarzını buram buram hissediyorsunuz. Bazen bu olay zorlama gelse de iyi bir sinemacının elinden iyi işler çıkıyor ve ton olarak güzel bir renk skalası yakalanıyor. Bir de  Prince “Mary Don’t  You Weep” çalınca filmin içinde oluyor gibi oluyorsunuz fakat bu uzun sürmüyor. Tamamen içine girememenin en büyük sebebi de senaryo tercihleri. Filmin en büyük dayanağı olayların gerçek olması. Bunu karakter yaratımı ve sloganlarla baltalıyorlar. Bir parodi izliyor gibi oluyorsunuz ya da uzun bir reklam filmi. Bilinçli bir tercih yapılmış. Bu tercihin eksisi ve artısı var ama seyirlik genel bütünde düşmüyor.

Filmi bütünüyle ele alacak olursak sinemada gidin, izleyin. Bir propaganda filmi için gayet kuvvetli, bir aksiyon filmi için gayet orta kalibre bir Hollywood işi yapılmış. O zaman nice Spike Lee filmlerine ve iğrenç dünya içinde hayatta kalmaya devam diyelim.

 

Hilmi Bilenbay