tan ağartısı ve bomboş sıcak mezarlık
şu çarkına tükürdüğüm dünyamın en bulanık şehrinin penceresinden
küfrede küfrede tükürüyorum çarkıma
ve çarktaki dişlilerinden ayrılmamaya çalışanlara
taptaze intiharlar toplanmış meydanlarında şehrin
küfür dolu gül ağızlarıyla işçi abiler
patronlarını zenginleştirmek için
yollarda -saat daha altı-
bir parça uyuyor hâlâ bulantı veren şehir
üç yalnız köpek ikinci savaştan kalma izlerinde şehrin
dolaşıyorlar
güneşin sekiz ömür gecikimli ışığı ile aydınlanıyor boş mezarım
sokaklarında ıslak çocuklar yağmurlarla
en asgari kurulukla okullu üniformaları ile
ayaküstü sevişmeleri ve protestoları ve yaşayışları bile yasaklılığa inat olsun için
-göğün yenitenine karar vermek gerekir-
denildi o esnada, işitirim.
çizgisine mühür tıkanan sanatın
toplumda ses arayışına paralel
şehrin en işlek caddesinde
evine ekmek için kalplerini pazarlayan ablalar ve eşsiz ondördüncü yüzyıldan kalma kulesi manzaralı semtin sustalı delikanlıları iş aramakta
<<“aşk ve iş paralelleri arasında”
derim şehrin bu konumuna>>
-sen ne dersin bu işe?
dedi, esnaftan biri.
yine işitirim.
şehrimin beğenemediğim boya kutusundan kaçıyorum
fırçasını çalmak için renkör şehrimden
hem de başarılı otoportresindeki başka bir yere
-bir kent kendi portresini ancak bu kadar çizerdi, bu yüzden “başarılı” otoportre.-
velhasıl
iş uzun lafların kıssalarına gelince
kentimin çarpık kentleşmiş yollarında
ellerinle terkediyorum bugün -belki de dün-
bu boyasındaki fazla karanlığı
ve otoportresindeki ve acılarındaki yaralı çizgileri şehrimin.
şehrine doğru.