Kör bir karanlığın içinde, sanki boşluğa adım atarmış gibi altındaki zemini hissetmeden yürüyordu. Gözleri açık olmasına rağmen öyle bir karanlığın içindeydi ellerini kaldırıyor fakat seçemiyordu. Uzun bir süre o dipsiz karanlıkta yürüdü. Yürüdüğü yerde öylesine pis bir koku vardı ki iliklerine kadar nüfuz ediyordu. Bir süre iğrenç kokular eşliğinde yürüdükten sonra ayağının altında soğuk toprağı hissetti. Eğildi ve yerden bir avuç toprak alıp kokladı, toprağı ve kokusunu severdi. Oraya uzanıp uyumak istedi, kendini çok yorgun ve takatsiz hissediyordu fakat derinlerinden gelen bir dürtüyle yürümeye devam etti. Az sonra önünde boyunu aşmayan ama birbirlerine fazlaca bitişik parlak ağaçlar belirdi, bodur ağaçlar. Etrafına baktığında ağaçlardan oluşan bir çemberin içinde olduğunu fark etti. Biraz bakındıktan sonra sağ tarafında küçük bir açıklık gördü. İçten içe çemberin içinde kalmak istiyordu ama istemsizce o açıklığa doğru yöneldi. Eliyle dalları aralayıp kendine yol açmak istedi. Dokunduğu anda elinde bir sıcaklık hissetti, eli kesilmişti. Ağaçların yaprakları yerine jiletler vardı, parlak ve keskin jiletler. Elindeki kesiğe baktı bir süre ve ani bir hareketle açıklığa daldı. Öyle ki, en ilahi ışıktan bile daha beyaz olan teni jiletlere değdiği anda kâğıt gibi kesiliyordu. Buna rağmen açıklıktan ilerledi. Kesiklerden akan kanın vücudunu ısıttığını hissetti. Bir süre sonra açıklığın ucunda turuncu bir ışık belirdi. Çıktığında bir kaldırımın üzerindeydi. Tepesindeki sokak lambası hiç olmadığı kadar görkemli parlıyordu. Bir süre sıralı sokak lambalarının altında yürüdü ve birden eski bir binanın önünde durdu. Binaya baktı, hiç ışık yoktu fakat içeriden hafif bir müzik geliyordu. Binanın kapısına vurdu tüm güçsüzlüğüyle. Üçüncü vuruşundan sonra kapı aralandı. Biraz zorlanarak kapıyı açtı ve içeriye girdi. Kapının biraz ilerisinde kırmızı bir ışık vardı. Işığa doğru yöneldi, önünde aşağı doğru uzanan merdivenler vardı. Kenarlarında kırmızı ışıklar olan merdivenlerden ağır adımlarla indi. Merdivenlerin sonunda bordo duvar kâğıtları olan loş aydınlatmalı bir odaya vardı. Odanın bir köşesinde büyükçe bir ayna gördü ve aynaya doğru yöneldi. Aynanın karşısına geçti ve siluetine baktı. Kıvırcık saçları darmadağın ve kıyafetleri parçalanmıştı. Vücudu kesikler içerisindeydi ve yürümeye başladığındaki o pis koku yine peyda oldu burun deliklerinde. Hiçbir şey hissetmedi, aynadaki yansımasına çok şeyler söylemek istedi fakat söyleyemedi. Aynanın hemen yanında ucunda metal bir kapı olan dar bir koridor vardı. Koridorda ilerleyip kapıya ulaştı. Metal kapı giriş kapısına göre daha kolay açıldı ve içeri girdi. Loş ışıklı, içeride tek tük insanın olduğu bir bardaydı şimdi. İçerideki insanlara baktı, beyaz kıyafetler içindeydi insanlar, yüzleri ifadesiz ve bembeyazdı. Bar tezgâhında oturan kimse yoktu, oraya yöneldi ve tam tezgâhı ortalayan taburelerden birine oturdu. Yorgunluktan başı öne düştü.

Birkaç dakika sonra barmen geldi, tezgâhtan iki shot bardağı, bir tuzluk ve küçük bir tabak içinde limon dilimleri çıkardı ve önüne koydu. Raftan bir şişe tekila aldı, limonların olduğu tabağa birkaç damla tekila damlattı ve bardakların ağzını damlattığı tekilayla ıslatıp etrafına tuz döktü ve bardakları doldurdu. Güçlükle başını kaldırıp barmene baktı. Kırklı yaşların sonunda, beyaz sakallı, kravatına kadar beyaz takım elbise giymiş bir adamdı karşısındaki. Adam ona baktı ve gülümsedi, ağzındaki sigaradan derin bir nefes alıp bardaklardan birini kaldırdı;

“Ölümünün şerefine.”

Adamın gülümsemesine karşılık zorlukla gülümsedi ve önündeki bardağı kaldırıp önce tezgâha vurdu sonra da fondipledi. Tekila boğazını yakıp yemek borusundan aşağı doğru süzülürken barın içinde Putting Holes In Happiness çalmaya başladı. Barmen ikincileri de doldurdu ve yine beraber içtiler. Her shot da biraz daha gücünün yerine geldiğini hissetmeye başladı.

Şarkı bitti ve barmen sol tarafı işaret ederek “Oraya git, aradığını orada bulacaksın.” dedi.

Konuşmak istiyordu fakat ağzından kelimeler dökülmüyordu. Başını “teşekkür ederim” dercesine eğdi ve tabureden kalkıp barmenin gösterdiği yöne doğru yürümeye başladı.

Yine bir kör karanlığın içinde bir süre yürüdükten sonra hemen önünde bir tepe lambası yandı. Lambanın altında barın girişinde gördüğü aynaya benzer bir ayna vardı. Aynanın önünde durdu ve kendine baktı. Bu sefer üzerinde siyah bir gece elbisesi vardı, vücudunun haraplığından eser kalmamıştı. Yüzünde hafif bir makyaj vardı ve kıvırcık saçları sağ tarafında toplanmıştı. Gülümsüyordu silueti; bir süre siluetine hayranlıkla baktı, gülümsedi ve siluetine dokunmak için elini aynaya uzattı. Aynaya dokunduğu anda içeriye doğru çekildi. Tepe lambası söndü ve aynanın içinde, gözbebeklerinden daha koyu karanlığın içine düşmeye başladı, bir daha yere inmemek üzere…

 

Gözlerini açtı.

 

Başını kaldırdı ve şehrin ışıklarına baktı, rahatlamak için ara sıra şu an olduğu tepeye çıkar ve saatlerce şehrin her gece olduğu gibi kaotik manzarasını izleyip arındığını hissederdi.

Dokuz yıl boyunca gördüğü rüyayı tam manasıyla hatırlayamamıştı fakat bu akşam tümüyle göz kapaklarının ardında canlandı. Kuzeninin hemen önünde yatan kanlar içindeki cesedi de hatırlamasında büyük rol oynamıştı.

Katıldığı bir partide; kuzeni tarafından içtiği tekilaya bol miktarda uyku ilacı karıştırılıp öldürülmeye çalışıldığı ve kuzenin erkek arkadaşı tarafından öldü sanılıp çöp tenekesine atıldığı, akabinde on gün komada kaldığı olayın üzerinden tam dokuz yıl geçti. Çöpün içinden onu kim çıkardı ya da nasıl çıktı ve hastaneye nasıl gittiğini ne kendisi ne de başka biri öğrenebildi fakat dokuz yıl boyunca her gece bu rüyayı gördü, ya da kâbusu, kim bilir?

Tepeye gelişini ve olayların nasıl geliştiğini hatırlamaya çalıştı ama tek hatırladığı halen sıkı sıkı elinde tuttuğu kör ve paslı bıçakla kuzeninin saçlarını eline dolayıp boğazını kestiği an oldu. Boğazından fışkıran kan tümüyle üzerine yağmıştı. Kandan ıslanan saçları yüzünün bir kısmını kapatıyordu. Oturduğu büyükçe kayanın üzerinden kalktı, bıçağı ceketinin sağ cebine koydu ve saçlarını başının sağ tarafında topladı. Üzerinde siyah bir deri ceket, siyah bir bluz, dizinin hemen üstünde siyah bir etek, ayağında siyah yarım topuklu ayakkabılar vardı. Sol cebindeki tek dal sigarayı çıkarıp dudaklarının arasına sıkıştırdı ve kayanın üzerine tekrar oturdu. Biraz sonra arkasından yaklaşan ayak sesleri duydu. Yüzünü döndüğünde rüyalarında gördüğü barmen karşısındaydı, baştan aşağı beyazlar içinde, yine.

Barmen; ceketinin cebinden sigara paketini çıkardı, içinden bir tane sigara alıp yaktı ve derin bir nefes çektikten sonra çakmağı ona uzattı. “Sende kalabilir” dedi gülümseyerek. Çakmağı aldı fakat sigarayı yakmadan ceketinin sol cebine koydu. Barmen; yine ceketinin iç cebinden kahverengi deri kaplama bir matara çıkardı ve uzattı. “teşekkürler” diyip matarayı aldı ve kafasına dikti. Barmen cesedin başına geldi, cesedin kollarını kavradı, birkaç metre sürükledikten sonra tepeden aşağı yuvarladı. Cesedi yuvarladıktan sonra yanına geldi, matarayı alıp kafasına dikti. Tekrar iç cebine koyup sigarasından büyük bir nefes daha aldı ve konuşmaya başladı:

“Nasıl hissediyorsun?”

Sigarayı dudaklarının arasından alıp parmaklarında çevirmeye başladı;

“Huzurlu, kısmen. Ölüm ona ödül gibi oldu bir yerde.”

“Nefes almasından iyidir ha?”

“Bilmiyorum ama şunu biliyorum ki güzel ve ılık bir duşa ihtiyacım var, iğrenç kanını üzerimden temizlemem lazım.”

“Senin onunla işin bitti fakat benim henüz bitmedi. Ona aşağıda istediğimi yapabilirim dimi?”

“Patron sensin, en iyi bildiğini yap.”

“Her günahın bir bedeli vardır! Merak etme, öldüğüne pişman olacak!”

Sigarasından bir nefes daha aldı ve tekrar konuşmaya başladı;

“Peki ya sen? Devam edecek misin?”

“Bilmem? İyi hissettirdi aslında, belki devam ederim.”

“Uzun bir isim listesi var elimde, biliyorsun.”

“Şu an sadece temizlenmek ve uyumak istiyorum, çok yorgunum ve malum, uzun zamandır uyumadım.”

“Seni bırakmamı ister misin?”

“Gerek yok, kendim giderim.”

“Peki öyleyse, görüşmek üzere.”

 

Barmen gecenin karanlığına karıştı. Biraz daha oturup şehrin parıltılı manzarasını izledi. Kayanın üzerinden kalkıp yavaş adımlarla tepeden aşağı inmeye başladı. Yolun yarısında bir gök gürültüsü koptu ve akabinde yağmur başladı. Rüzgârsız sağanağın altında biraz yürüdükten sonra durdu, avucundaki sigarayı tekrar kan kırmızısı dudaklarının arasına sıkıştırdı ve cebinden barmenin verdiği çakmağı çıkarıp sigarasını yaktı. Derin bir nefes aldıktan sonra başını gökyüzüne doğru kaldırdı. Dudaklarından çıkan duman yağmura karışırken yüzüne vuran soğuk damlaların aksine, gözlerinden sıcak yaşlar döküldüğünü hissetti.