Kesinlikle, maviyi kalbine kilitleyen bir sabah değil bu!

Kentsel dönüşüm projelerinin rafa kalkmadığı

Sinekkaydı tıraşlı ve iyi giyimli banka personellerinin güvenlik sistemlerine meydan okuyacak hırsızlık planlarının henüz gerçekleşmediği

Sıcak ekmeğe sarılmış cinayet kuşağının yer aldığı gazete kâğıtlarının göze çarpmadığı

Atların makyajlarını tazelemediği hipodromların henüz açılmadığı

Sıkıcı bir sabah diyebilir miyiz?

Evet! Cümlesine ek olarak koca bir anlamsızlık da diyebiliriz…

Ancak, biten herhangi bir aşkın ve yeryüzü sofrasındaki âşıkların cinayetine tanıklık eden bir sabah olduğu kesin…

Yatak altından çıkardığım bavulda, insana ait olduğunu düşündüğüm bir çift gözün hikâyesinin temelini oluşturan da gene bu sabah!

Çimen yeşili ve kahverenginde ısrar ettiğim kanlı ve canlı bir, iki, üç çift göz…

Bilmiyorum, belki yanılmış da olabilirim,

Fakat söylemeliyim!

At yarışı biletlerinin, banka dekontlarının ve yeşil badanalı binaların ekseninde boğulmamak için durmaksızın yüzmeliyim.

Gitmek ve eşyalarımı toparlamak adına yerinden çıkardığım bavulda yer alan bu gözler, maviliğinin ve gülüşlerinin yüksek topuklu mağazaların temiz aynalarına asıldığı vedaların iç karartıcı sessizliği eşliğinde hareket ediyordu.

Bunun bir rüya olmasını dilemek tam isabet olurdu!

Ürkütücü olduğu kadar gerçeküstü bir antropolojik deneye tabii tutulabilecek bir, iki, üç çift gözün hikâyesine tekrar değinecek olursak eğer,

Belki de hala yanılıyorum,

Kendimi kandırmak için elimden geleni yapıyorum…

Parçalanmışlığın kitabında yer alan bakımlı ve merhametli bir yüreğe sahip her ‘’öteki’’ kadının yanaklarını bir veda şarkısı gibi ruhumda duyumsuyorum…

Kulakları kör ve bir, iki ya da üç çift gözü sağır kılarak,

Bir kuyuya taş atmak istiyorum…

Sonra kendimi…

Kimselerin bilmediği tarihsel bir geçmişe sahip kifayetsiz ve çelimsiz bir kelime gibi veya değil!