İtimat etme Yasemin, bu şehrin çarkı tersine döner ezelden beri.
Kızıl Deniz’in çağrısı gök kubbenin altında titrer ve akustiği vebalı çığlıklarda kötülüğü doğurur kırmızı silüet. Pusulası kırık yolculuğunda kuzeyi gösterecek olanı tanı ve dinle,
gençliğimin selası okunuyor.
Sözcükler oldukları yerlerden çıkasıya ne çabuk akar zaman. Bir bakarsın yıl olmuş kuruluk boğazında, gün olur dökülür. Sırdaşım ol, yoldaşım olacağına.
Bir şamar ki bu, solumda iki kıtanın esiri,
kabul etmek, yüz görümlüğü vebalı vebalinin.
Burada masanın sağı solu yok Yasemin,
Yalnızca biz varız.
Otoyol tabelalarını seçemez bir edayla kısıyorsun gözlerini uzaklara. Bense kaçıyorum sana, sana en kısa yoldan.
Kavra artık kadınlığımı ve ört üstümü gündüzünden kalanlarla. Gözlerin de bir gün parlamayacak artık.
Burayı bulana dek kaybettiğin yolu bir başka şehrin sokaklarında arıyorsun. Sönecek yahut, kapatacaksın gözlerini günün birinde, yoksulluğunu sakladığın aynalardan köşe bucak.
“Burayı bulanlar kaybolmuştur.”
Saçlarım diplerinden sığ köşelerine çekilir ve doldurur göğüs boşluğunu.
Yüzlerce, belki binlerce yeni hayata gebe nefes alışverişin. İblisleri korkutur bir haşmetle emrediyor karanlığın, ve uzanmış sabahı bekler gibi değil, geceyi ziyaret ediyor gibisin.
Hiç çocuk olmamış yerlerimden kavra ve bastır kadınlığımı. Arkadan sarıl, dönme diğer yüzünü, gösterme hiç sormamış olanlara.
Ben Yasemin, sormadımsa umarsızlığımdan değil. Korkmayışım, sanrılarımdan.
Yok tanrıları var eden sözlerin yakar tenimi, ben olanı eritir, karışırım sana.
Saçların da karışsa ya saçlarıma Yasemin.
Geçir elini kilometrelerce uzaktan toprağıma.
Geçir ki, uzlaşalım. Yıkalım maviler ve kırmızıları. Tercihlerimi sorgula, yeter ki seçme şansı ver bana.
Bir ihtimal daha vardı Yasemin,
Günü dün eder bu halin.
Bir ihtimal daha var,
O da gitmek mi dersin.