“Evet arkadaşlar, Rönesans ve Reform ile birlikte Avrupa bilim, kültür ve sanat alanlarında ilerlemiş; özgürlük ve eşitlik düşünceleri oluşmaya başlamış; ve günümüzdeki demokratik Avrupa’yı yaratan süreç ortaya çıkmıştır.”
Yanlış. Bu gibi cümleleri görmekten sıkılmış olsak da, bize yıllarca doğru diye böyle anlatsalar da size söylüyorum, katiyen yanlış.
O “demokratik” Avrupa daha önceden var olduysa bile 2011 Suriye İç Savaşı’nın başlamasıyla ölmüş olsa gerek. Başta Işid, Özgür Suriye Ordusu ve Rejim Güçleri olmak üzere birçok silahlı örgütün ortasında kalan Suriye halkı, her güne bomba sesleriyle merhaba diyen Suriye halkı, çocuklarının savaşın vahşi ve kanlı yüzünü kitaplardan öğrenmediği Suriye halkı, İç Savaş’ın şiddetlenmesiyle beraber ülkelerini terk etmek zorunda kaldı. Başka ülkelere yerleşip “mülteci” adını aldılar. Çoğunluğu Türkiye ve Lübnan’a göç etti. Fakat bu iki ülkenin de kendilerinde bulunan yaklaşık 2 milyon Suriye vatandaşına (mülteci değil) uzun süreli ev sahipliği yapacak yeterli donanım ve kaynağa sahip olmadığı su götürmez bir gerçekti. Bu nedenle Suriyeli arkadaşlarımız savaş süresince yurtlarından uzak kalmışken bir dört duvara sığınmak için (ki çoğu kamplarda yaşamaya çalıştığı için o kadar lüks istekleri de yoktu) Özgürlük, insan hakları ve demokrasi kokan topraklara(!), Avrupa’ya göç etmek istediler. Bazıları bu amacı uğruna küçük teknelere büyük yürekler koyup deniz yolu ile Avrupa’ya gitti. Fakat onlara büyük umutlar getiren deniz onlarcasının da ölümüne sebep oldu. Bazıları bu amacı uğruna “çelme takanlara inat” kara yoluyla savaştan çok uzaklara gitti. Ama sınırlarda günlerce takılıp, belirsizlik ve korku içinde boğulanlar da oldu. Peki bu kadar şey olurken Avrupa’nın tutumu ne oldu?
Fransa Cumhurbaşkanı Hollande: Mülteciler Türkiye’de kalsın, parasını biz verelim.
Suriyeli vatandaşlar sorununda Avrupa üç maymunu oynarken onları tekrar gerçeklere döndüren olay şüphesiz Aylan’ın Akdeniz sahiline vuran cesedi oldu. Aylan: 3 yaşında Kürt kökenli bir Suriyeli çocuk. Bizlerin akşamlara kadar parkta kaldığımız, oyuncak ve özgürlükle dolu olduğumuz yaşlarda yaşamı için savaş veren bir çocuk ayrıca. Bazı “büyüklerin” çıkarları doğrultusunda evinden olmuş, yazın kollukları ve simidiyle girip yüzmeyi öğreneceği, eğleneceği denizde ölümle tanışmıştır. Peki neden en çok ağlayanlar bu çocuğun hak ettiği hayatı yaşayamamasında payı olanlar oluyor? Bu timsah gözyaşları nasıl bu kadar inandırıcı gözüküyor? “Cahil halkı yalan propagandalarınla kandır, onlardan silahlı birlikler yarat ve onlara silah sat, (bahanen hazır zaten: başınızdaki diktatörü devirin) ortaya bir savaş çıkart ve sivil halkı ülkelerini terk etmek zorunda bırak, göç sırasında ölen insanlar için de ağla ve acınızı paylaşıyoruz temalı bir basın açıklaması yap.” İşte bakın, 21. Yüzyılda demokrasinin tanımı budur! Sözlüklere aynen böyle geçmesi için başvurmalıyız en yakın zamanda.
Sizler, tıpkı Can Dündar’ın dediği gibi “…Dünyanın varoşlarını bombalamakla sorunun bittiğini sananlar…” sizlere son olarak şunları söylemek istiyorum: Terörü terör ile susturamazsınız. Savaşı bitirecek olan yüksek teknoloji ürünü füzeler değil, barışçıl ve insancıl bir yaklaşımdır. Vatanlarından çok uzaklarda yaşam savaşı veren Suriye halkına acıyın ve Ortadoğu’nun tekrar yaşanılabilir bir bölge olması için gerekli müdahaleleri yapınız.
Alperen