Mevzular Derin
Söyleşi

Anıl Aksoy ile Söyleşi

Abi merhaba, öncelikle kitabın tekrardan hayırlı olsun. Benimle kitap üzerine söyleşi yapmayı kabul ettiğin için de teşekkür ederim. Kitapla ilgili herhangi bir şey söylemeden önce ilk olarak kitabın yazım sürecini sormak istiyorum sana, bu süreç nasıl ilerledi, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklar yaşadın? 

Öncelikle iyi dileklerin için çok teşekkür ederim Yalımcım. Kitabın yazım süreci 2016 yılında başladı. Aslında kısa hikaye olarak başlamıştım, yani en fazla 3-4 sayfa diye, ama baktım gördüm ilerliyor ben de devam ettim. Tamamıyla kendi öz hikayem aslında, ilerlediğini görünce biraz da kurguyla romanlaştırmayı hedefledim ve bu hedefime de ulaştım. İki bölüm yazdım, üç ay taslağın yüzüne bakmadım falan derken 2018 yılının Eylül ayında tamamlandı. Başına oturup tek seferde yazmadım yani. Kitabın yazımında acele etmediğim için zorluk da yaşamadım, sadece basım konusunda ufak pürüzler ve gerginlikler oldu, şu anki yayınevinin haricinde farklı bir yayınevi ile, o da zorluktan sayılırsa.

Kısa ve net bir soruyla kitap üzerine konuşmaya başlamak istiyorum, kitabın isminin bir hikayesi var mı, varsa nedir?

Mevsimler, isim tercihlerim arasında üçüncü ve belki de en iyi tercihimdi. Kitabın başlarında henüz bir isim düşünmemiştim, açıkçası başlıklar konusunda biraz da zorlanıyorum diyebiliriz. Ben de hikayelerime başlık verme yöntemimden gittim ve bir şarkı ismi belirlemeye karar verdim. İlk belirlediğim isim “Sirenler” idi, aynı isimli bir Pearl Jam şarkısı. Sonra ondan vazgeçtim ve “Ayak İzleri” olarak belirledim, bu da yine bir Pearl Jam şarkısının ismi.

Yazarken beslendiğim üç şey var, bu başlarda sigara alkol ve müzikti, sonraları alkol ve koyu, şekersiz kahveye evrildi. Kitabın sonlarına doğru, şarkılar rastgele sıralanırken Chris Cornell’in “Seasons” adlı şarkısı denk geldi. Şarkının 3:45 de başlayan kısmı geldiğinde yazmayı bıraktım ve cidden kendimden geçtim. Zaten bitirmek üzereydim ve bitiş cümlesini de önceden tasarlamıştım. Sözler ve genel hikaye ile son cümle cuk oturdu, böylece kitabın adını “Mevsimler” olarak belirlemiş oldum.

Romanı okuyan herkes, özellikle de seni tanıyanlar, bir yerinde illa ki bunun senden bir parça olduğunu, parçalar barındırdığını ya da tamamen yaşanmış şeyler olduğunu hissetmişlerdir diye düşünüyorum. Zaten sen de ‘’öz hikayem’’ diyerek bunu destekleyecek bir şey söylemiş oldun. Şöyle bir konu açmak istiyorum, yaşadığımız şeyleri anlatarak aktarabiliriz, yazarak aktarabiliriz, müzikle aktarabiliriz, resimle aktarabiliriz ya da hiç aktarmamayı da seçebiliriz. Sen yaşadıklarını öncelikle anlatmayı, sonra da yazarak anlatmayı, edebiyat yoluyla aktarmayı neden seçtin?

Aslında yazarlık serüvenimin çıkış noktası tam olarak bu. Eğer yaşadıkları insana ağır geliyorsa bunu başkalarına anlatarak o yükü hafifleteceğini düşünüyorum. Hayatım boyunca da böyle yaptım, halen daha yaparım. Fakat bir yerden sonra anlatmanın fayda etmediğini idrak ettiğimde bir de yazarak derdimi anlatayım dedim. Fark ettim ki yazmak, konuşmaktan daha çok fayda sağladı bana, yazdığım her kelimede rahatladığımı, durulduğumu ve dinginleştiğimi hissettim. Mevsimler’in hikayesi de tam olarak böyle başladı. Sadece yakın çevrem değil, balkon camının önünde duran saksıya yuva yapmış ve yumurtlamış bir kumruya bile anlattım California ile olan hikayemi. Bir yerden sonra kendi kendime “Anıl gereğinden fazla konuşuyorsun.” demeye başladım ve böylece Mevsimler’in yazım aşaması başladı.

İyiymiş gerçekten, insanın bir şeyleri anlatarak rahatlayabileceği, bugün epey kişi tarafından savunulan bir argüman. Ben de büyük oranda katılmakla birlikte, anlatmanın ötesinde yazmanın, kendimizden olan bir şeyleri yazmanın, riskleri barındırdığını da düşünüyorum. Sonuçta bizden olan bir şey, pişmanlıklarımızı, kırgınlıklarımızı ya da mutluluklarımızı da barındırır. Farklı ruh hallerimize göre bu duygulara ayrı ayrı tanık olmanın dezavantajlı anlar yaratabileceği kanaatindeyim. Senin böyle bir çekincen olmadı mı hiç?

Benim bir lanetim var yaşadığım en ufak mutlu ya da mutsuz anıyı bile unutamamak gibi. Yani ben bu unutulmayanları yazıya dökmesem dahi hiç umulmadık bir zamanda zihnimin bir köşesinden çıkıyor. Bazen bir şarkı tetikliyor bunları, bazen de rastgele izlediğim bir video yahut yine rastgele gördüğüm bir fotoğraf. Bazen bunlara bile gerek kalmıyor, kendiliğinden peydah oluyor. Ben gündelik hayatımda da ağzıma geleni söylemekten çekinen biri değilim. Evet yer yer bunun sıkıntılarını çekiyorum ama yazdıklarımdan ya da söylediklerimden dolayı bir pişmanlık bende hiç bir zaman olmadı, sanırım olmayacak da. Aklıma geleni direkt söyler ve yazarım fakat bunu yaparken aynı zamanda ileride başıma gelecek negatif olasılıkları da düşünürüm. Açıkçası biraz da aptal cesareti sanırım ama hiçbir şekilde kitapla alakalı bir pişmanlığım yok.

Anladım, umuyorum ki ileride de olmaz. İlk soruda, kitabın baskı süreciyle ilgili bazı problemler oldu demiştin. Bu problemler bir şekilde çözüldü ve kitap basıldı sonuçta. Kitap çıktıktan sonra çevrendeki tanıdığın insanlardan ne gibi tepkiler aldın, tanımadığın kişilerden sana ulaşıp kitapla ilgili bir şeyler belirten oldu mu? Yani kısaca, “Mevsimler”, insanlarda, gözlemleyebildiğin kadarıyla, nasıl bir etki yarattı?

Çevremden bir yahut iki konu harici olumsuz eleştiri almadım neredeyse. Çok depresif bulan oldu ki kitabın insanlarda bırakmasını istediğim etkilerden biri buydu. Ağlayan oldu, “duvarlara saatlerce boş boş bakıp sigara içtiğini şimdi daha iyi anladım” diyen de oldu. Bunlar benim için çok çok iyi tepkiler çünkü insanlarda kitabı bitirdikten sonra bırakmak istediğim etki tam olarak bu, zifiri karanlık bir depresiflik. Onun haricinde tanımadığım neredeyse kimseden kitap ile alakalı bir geri dönüş almadım. Sanırım bu biraz da benim hatam çünkü “Mevsimler”i pek iyi tanıtamadım, tecrübesizlik diyorum buna da. Bir de, her yerde reklam yapıp, bahsedip sonrasında da insanların “bunun da iyi ki bir kitabı çıktı, götü kalktı” demelerinden de çekiniyorum fakat insanlara reklam harici ulaşamayacağımın da farkındayım bir yandan.

Sebebini tecrübesizlik diye belirttiğin şeyin, yani kitabının yeterince duyulmamış olmasının tek nedeni senin tanıtamayışın değil bence. Ayrıca bence yazarların kendi kitaplarının reklamcısı olması, her gün kendi kitabından bir pasaj paylaşıp, yayınevinin yapacağı şeyleri kendi profilinde yapması sıkıntılı bir durum bence. Kitabının yeterince yayılamayışı, ülkemizin ciddi anlamda bir kitap çöplüğü olmasıyla da alakalı. Klişe tabir ama, gerçekten her önüne gelen kitap çıkarıyor ve çok büyük bir çoğunluğunun edebi değeri yok, aksine edebiyata da zarar veriyorlar. Janjanlı tekel kitabevlerinin ya da kitap sitelerinin vitrinlerine baktığımızda da bu kitapları görüyoruz. Yıllar önce Mevzular Derin Fanzin için, yani kendimiz için bir şeyler söylerken, ‘’beğenisini sermayenin belirlemediği insanlara ulaşma’’yı bir hedef olarak belirtmiştik. Günümüzde bir şekilde anaakıma eklemlenmeyi tercih etmeyen, etmeyecek olan birçok kişinin yolu da bu yol olacak bence artık. Bu konuda da yeni bir kitle oluşacağını, veya oluşmakta olduğunu düşünüyorum. Kendimi de içinde gördüğüm ve bundan mutluluk duyduğum bu kitle, fanzin ve çeşitli dergiler çevresinde örgütlenmiş, ya da çeşitli sanat edebiyat kolektiflerinde var olan, ya da bunların hiçbirinin içinde olmayıp bu tür oluşumları, yayınları takip eden insanlardan oluşan bir kitle bence. Çok konuştum, sevdiğim bir konu. Biraz durayım, sen bu konular hakkında neler söylemek istersin?

Bu ülkede yayınlanmış, İngilizceye çevrilse belki de çok önemli eserler listesine girecek kitaplar var, bunlardan biri Kanat Güner’in Eroin Güncesi ki kendisi ilham aldığım Türk yazarlardandır. Kanat gibi birçok kaliteli iş çıkartmış ve benim de okuyarak ilham bulduğum yazarlar 90’larda ve 2000’lerin başında en iyi eserlerini çıkartmış insanlar. Şuraya bağlayacağım; Kanar Güner, Sibel Torunoğlu, Metin Kaçan vb. insanlar İstanbul dışında, hadi Ankara ve İzmir’i de ekleyeyim, pek fazla bilinen insanlar değildi ve bilinirliklerine göre değil, yazdıklarının kalitesine göre eserlerini ölümsüzleştirdiler. İşte bizim en büyük problemimiz bu. İş o kadar büyük halde ticari bir boyut aldı ki yazarın niteliğine değil takipçi sayısına yahut tanınırlığına bakılıyor artık. Popüler kültür gereğinden fazla hayatlarımıza nüfuz etti ve onun getirdiklerinden biri de hızlı tüketim. Bir milyon takipçili, ömründe cin ali harici kitap okumamış insanların kitap yayınladıklarını ve bunların binlerce sattığını gördük, burada isim isim saymak istemiyorum. Yani ben “Mevsimler”i Wattpad’de yayınlayıp, oradan takipçi kasıp, yayınevlerine kendim göndermek yerine onlardan da teklif bekleyebilirdim ama her zaman dediğim gibi, ben işin maddi değil manevi boyutundayım. Elbette yazarlığı asıl mesleğim haline getirmek ve geçimimi yazarlıkla yapmak en büyük tutkum uzun zamandır. Burada bahsettiğim yazarlık, sadece roman ve kısa hikaye yazarlığı değil, sonuçta senaryo ve metin yazarlığından da geçim sağlayabilirim detaylı şekilde öğrendiğim vakit.

Mevcut özel sektöre ve patron hegemonyasına karşı biriyim. Fakat geçimimi sağlamak için de iş yaşamının kurallarına uymak zorundayım. Önemli olan konu şu; Mevzular Derin Fanzin’de üçüncü yılımı doldurdum ve bu üç sene içinde Mevzular Derin’in bana öğrettiği en önemli şeyler ne olursa olsun o amatör ruhu kaybetmemek ve maneviyatı maddiyatın önünde tutmak. Bu yüzden Mevzular Derin var oldukça  “Barkodlu yayınlara karşı barkodsuz yayın“ politikasını sonuna kadar sürdüreceğine ve ne olursa olsun yahut nerelere gelirsek gelelim, sadece ben değil, fanzin içinde yazan çizen herkesin amatör ruhunu kaybetmeyeceğine inanıyorum.

İyi bir noktaya parmak basmış olduk aslında. Edebiyatla piyasacılık arasında gittikçe ilişkilerin yakınlaştığı bir ortamda senin de dediğin gibi fanzinler o amatör ruhun kaybolmaması  adına önemli bir rol üstleniyor. Ben buradan senin yazın hayatına dair bir soru sormak istiyorum. Edebiyat serüvenin “Mevsimler” çıkana kadar farklı yerlerde devam etti, hala da senin de belirttiğin gibi Mevzular Derin Fanzin çatısı altında da devam ediyor. Bu süreçte çeşitli yayınlarda, oluşumlarda ya da yayınlarla/oluşumlarla olan iletişimlerinde ne gibi tecrübeler edindin, bu edindiğin tecrübelerin “Mevsimler”in oluşum sürecinde etkisi oldu mu?  Olduysa neler?

Edebiyat serüvenim daha öncesinden de bahsettiğim gibi 2013 yılında  ağır bir depresyonun neticesinde başladı. İlk zamanlar kendime ait bir blogum vardı ve yazdıklarımı orada paylaşıyordum. Düzenli yazmıyordum ilk zamanlar; mesela bir hikaye yazıyordum, sonrasında 4-5 ay aklıma kelime dahi gelmiyordu yazacak. Bu dönemde yazdıklarımı sadece yakın çevrem okuyordu. Bir gün Arman Kal’a ilk yazdığım hikayeyi gönderdim (bu aynı zamanda Mevzular Derin’de ilk yayınlanan hikayem “Kokoreç”). Şu an yazmaya devam ediyorsam biraz da onun sayesindedir, çok destekleyici bir konuşma yapmıştı benimle. 2016’da Kocaeli Kitap Fuarı’nda bulunması vasıtasıyla üç senedir ne yazdıysam üşenmedim hepsinin çıktısını aldım ve değerlendirmesi için teslim ettim. Halen bir geri dönüşü olmadı kendisinin. Sonrasında bir süre yazmaya ara verdim. California hayatıma girene kadar, ufak tefek şiirler ve düz yazılardan ibaretti karaladıklarım. 2018’in başlarında bir arkadaşımın vasıtasıyla Leyli Sanat ile yollarımız kesişti ve bünyelerinde düzenli yazmaya başladım. Kişisel blogumdan kaldırdığım yazıların bir kısmının Leyli Sanat’ta yayımlandığı bile olmuştu. Özellikle Ufuk Kadız, Leyli’de geçirdiğim iki sene boyunca gerek manevi, gerek yazı dilimde bana çok katkı sağladı. Şu an orayla bir bağım yok fakat kendisiyle halen muhabbetim sürer, bende yeri ayrıdır.

Leyli’de yazmaya devam ederken yine ekip içinden bir arkadaşımızın ayrılmasıyla ve onun önerisiyle Geyik Fanzin’e bir hikayemi yolladım. yazımda bazı değişiklikler yapmamı önerdiler, bu da benim pek istediğim bir şey değildi açıkçası. Sonrasında yine aynı kişi, Arda Arık, Mevzular Derin’e yazı göndermemi önerdi ve bahsettiğim, 2013 yılında kaleme aldığım ilk hikayemi gönderdim. O günden beri de Mevzular Derin bünyesindeyim.

Tabi bunlar olurken ben “Mevsimler” in taslağını bitirmiş ve tanınmış üç yayınevine yollamış, dönüş bekliyordum. 2019’un sonuna kadar Leyli Sanat ve Mevzular Derin ile devam ettim.  O tarihlerde yine Leyli bünyesinde tanışıp kaynaştığım değerli dostlarım Dolunay Kadir Yörden, Sultan Gülsün, Mehmet Akif Çakır ve Ömür Emine Seçinti ile Yükleniyor Fanzin’i kurduk ve Leyli Sanat ile ilişiğimizi kestik. Mevzular Derin ile birlikte Yükleniyor Fanzin’de de yazmaya devam ediyorum.

“Mevsimler”e gelirsek; taslağı gönderdiğim yayınevleri taslağı kabul etmediler. Sonrasında neredeyse iki sene bilgisayarımın bir köşesinde kaldı. Bir gün, artık zamanı geldi diyerek gerekli düzenlemelerini yaptım ve Klaros Yayınları’na gönderdim. Sağ olsunlar iki hafta içinde dönüş yaptılar. Lokman Kurucu, kitabımı basacaklarını ama bunun için 100 tane kitabı satın almamı istedi. Ben de ücretsiz basım yaptıklarını bildiğimi söyleyip, bu isteğin sebebini sorduğumda kendisi bana “Üç ay önce paramız vardı fakat şimdi paramız yok ve kitap basamıyoruz” şeklinde bir cevap verdi. Birkaç ay sonra düzenlenen bir şiir yarışmasında birincinin ilk kitabını da basan Klaros Yayınları oldu orası da ayrı bir konu tabi, ya da iki yüzlülük, her neyse işte. Velhasıl, akabinde İzan Yayınları ile anlaştım ve “Mevsimler” can buldu.

Burada özellikle Mevzular Derin’e ayrıca değinmek istiyorum. Belki de hayatımda verdiğim en olumlu kararlardan biri oldu bünyesine dahil olmak. Şu an yüzde seksen oranında oturmuş bir yazı dilim olduğunu düşünüyorum ve bu büyük oranda Mevzular Derin sayesinde. Ben nadiren aidiyet hissi besleyebilen biriyimdir, kişi ya da yer farketmez, fakat Mevzular Derin’in her yeni sayısını alıp okuduğumda yahut yaptığımız toplantılarda ya da öylesine muhabbetlerde “ulan iyi ki buradayım” diyorum. İleride ne olacağını bilemem, belki yazmayı bırakırım, belki çok tanınmış bir yazar olurum, belki de şu an olduğu gibi amatör ruhla yazmaya devam ederim, inanın bilmiyorum ama şundan adımın Anıl olduğu kadar eminim ki çok çok aşırı bir durum olmadığı sürece Mevzular Derin’de yazmaya devam edeceğim.

Mevzular Derin Fanzin’in hayatında böyle bir yer tutmasına, sana iyi gelmesine son derece sevindim abi. Bunları ilk defa duymuyorum senden ama yine de edebiyat serüveninin içinde olumlu taraflarıyla öne çıkan bir oluşumun içinde, seninle birlikte emek verdiğim için mutluyum. Bu zamana kadarki yaşadıklarını dinlemiş olduk, Mevsimler’e geldik ve onu da konuştuk, şimdi ise geleceği sormak istiyorum, bundan sonra ne olur sence? Planların neler geleceğe dair?

Geleceğe dair en önemli planım senaryo yazımını en ince detaylarına kadar öğrenip kafamdakileri senaryolaştırmak ve mümkün olursa bu hikayeleri beyaz perdede görebilmek. Zihnimde görsel olarak canlanması gereken çok fazla hikaye olduğunu söyleyebilirim. Bunun dışında, Mevsimler’in yazım sürecinde taslak olarak oluşturduğum dört hikayem daha var fakat çok fazla ön hazırlık isteyen hikayeler bunlar. Kendime müsait bir zaman yaratıp bunların çalışmalarına başlamam lazım ama iş hayatıyla birlikte gitmiyor takdir edeceğin üzere.  Önceki saydıklarımı gerçekleştirsem de gerçekleştirmesem de Mevzular Derin ve Yükleniyor’da yazmayı sürdüreceğim. Sonrasında ise ekonomik özgürlüğüm el verdiğinde, bir dağ evinde ölüm kapımı çalana kadar, düşüncelerimle birlikte inzivaya çekilmek istiyorum.

Gelecek planlarını öğrenmişken, soruyu biraz daha derinleştirmiş olayım. Yakın dostların, okurların ya da takipçilerin zaten fark etmiştir de, Mevzu Neydi’nin 6. Bölümünde Sıla sana bir soru sormuştu, ‘’Seattle’a Dair’’ üzerinden. Bu soruyu gelecek planlarına bağlayarak şöyle bir geniş soru sormak istiyorum, kadınlar üzerine yazmak, senin bir alışkanlığın ve kadınlar üzerine yazmanın yaratıcılığının önemli bir kısmını oluşturduğunu söylüyorsun. Öncelikle bu neden böyle, ikinci olarak da bu sence değişebilir bir şey mi, yani bunu her ne kadar sık yapıyor olsan da ileride böyle yapmadığın ya da bundan tamamen uzaklaştığın öykülerin de olacak mı? 

Otuz yıllık boktan hayatımda dört tane dönüm noktam vardır benim; Rock/metal ile tanışmam ve benimsemem, kansere yakalanmam, “o” diye isimlendirdiğim kadından sonra yazmaya başlamam ve kitabın da baş karakteri olan California. Rock ve metal  zaten kalemimin asıl besin kaynağı fakat aslında her kadın için yazdığım da söylenemez. Genelde bende iz bırakan kadınlar hakkında yazıyorum. Yazdıklarımın da büyük çoğunluğu California için. Kadınlara her konuda hayranım ve bakıldığında, aslında “yeraltı” diye tabir ettiğimiz tarzda eserler yazan çoğu yazar da kadınlardan besleniyor. Burada California özelinden gidersem, ortada çok farklı bir durum olduğunu söylemeliyim benim açımdan. California benim huzurum, en kötü fırtınada sığınacak çatım, mutluluğum, ama aynı zamanda içimdeki karanlığım, huzursuzluğum, ruhumdan sökülemeyecek tümörüm, bu hayattaki en büyük lanetim. Öyle ki kılına zarar gelse dünyayı yakacak kadar aşığım ama aynı zamanda saf, katran karası bir nefret de beslemek istiyorum.

Pek tabii ki ileride uzaklaşabilirim, zaten geçen sayıda Mevzular Derin’de bir seri hikâyeye başladım ve orada çok farklı bir şey işliyorum. Açıkçası uzaklaşmak da istiyorum çünkü bir şeyler üretiyorum belki ama gün geçtikçe bendeki tahribatı biraz daha fazlalaşıyor. Gel gör ki kalemi elime her aldığımda yine kendi kendime “Evet bu sefer farklı bir şey çıkaracağım” diyorum yine dönüp dolaşıp aynı yere geçiyorum. Mutlu bir hikâyemin olacağını düşünmüyorum açıkçası. Yaşadığımız hayatlar da mutlu ilerlemiyor, sadece benim değil neredeyse herkesin. Bir gün mutlu bir şey yazarsam şayet muhtemelen yazdığım son şey olacak.

Cevapların için çok teşekkür ederim, kapsamlı bir söyleşi oldu. Seninle aynı işlerin parçası olmak benim için büyük mutluluk. Söyleşiyi burada bitiriyoruz. Eklemek istediğin, iletmek istediğin bir şeyler var mı?

Asıl ben teşekkür ederim ilgi alakanız ve kendimi ifade etme fırsatını verdiğiniz için. Sadece şunu söylemek istiyorum bu söyleşiyi okuyan, benden yaşça küçüklere, hayat birilerine ya da bir şeylere üzülmek için fazla kısa, o yüzden diledikleri gibi yesinler, bol bol içsinler, kimyasaldan uzak dursunlar. Gezsinler, sevişsinler ama her şeyden önemlisi okusun ve sorgulasınlar, sorgulasınlar ki bizlerin zamanında düştükleri hatalara düşmesinler.

Related posts

Karanlık, Provakatif, Spiritüel: Art Diktator

mdf müzik
3 sene ago

Deniz Poyraz ile Söyleştik

Alperen Yavaş
7 sene ago

Söyleşi / Onursal Yıldırım

Konuk Yazarlar
8 sene ago
Exit mobile version