‘’Lotoyu tutturduğumda ilk yapacağım iş, kendime alevli bir şort almak olacak’’ cümlesini duyduğumdan beri içtiğimiz bu kaçıncı çay hatırlamıyorum. Öncelikle, her hikâyenin yazılması, söylenmesi ve nesilden nesile aktarılması gerektiğini düşünen biri olmasam da, tırnak içindeki cümleleri sarf etmiş bir adamın yazgısına ve varoluş sancısına değinmeden geçemeyeceğim. Yüz ölçümü olarak büyük, nüfus olarak bir o kadar zıt ıssız bir kasabada, sağlam temelli düşünceleri ve bir o kadar sığ olan hayalleriyle beni cezbetmişti Burhan… Akşam ezanı okunurken, ölüm bekçileri yaşlı ve bakımsız adamların kapılarını çalıyordu. Tüm kasaba eşrafının namaza teşrif etmesi bir hayli manasız olurdu. Yeryüzünde, her ülkenin sınırları içinde veya dışında farklı inanç ve felsefeye sahip insanların bulunması gerektiğini ben söylememiştim. Böylesine gereksiz ve basite indirgenebilecek konuşmalarla da hiçbir zaman ilgilenmemiştim. Ancak, Burhan’ın gözlerindeki parıltı ve muhafazakâr bir toplumda gururla taşıdığı cumhuriyet aşkı takdire şayandı. Önünden geçtiğimiz camii avlusunda, yaşlarının ölmeye müsait olduğunu kestirdiğim birkaç amca abdest alıyordu. Fosforlu tişörte sahip herkes tarafından bilinen bir deli musluğun başına elini sıkıştırıyor ve tüm inançlı azizleri kahkahası ve su tufanı ile rahatsız ediyordu. Bu sahneye eşlik etmek ve deli ünvanını layıkıyla taşıyan bu şahısla sohbet etmek bir hayli hoş olurdu. Lakin kahveye gitmek ve Burhan’ın maceralarını dinlemek zorundaydım. Kendimle alakalı bildiğim en büyük hakikatlerden biri, bu zorunluluklar silsilesidir. İçi boş bir sözü, kısa cümleleri ya da eli kanlı kafiyeleri reddetmek onulmaz bir huy olsa da bende, Burhan’a asla karşı koyamam. Onu severim ama bunu ona hiçbir zaman diliminde söylemedim.
Karanlık iyiden iyiye kendini göstermeye başlamış, alışveriş reyonları boşalmış ve bankalar kapanmıştı. Entelektüel eğilimlerin tümüne karşı olan herkesin Nuh’un gemisine biner gibi kahvelere koştuğunu, okey oynayıp, dedikodu tufanında boğulduğunu, hayvan çiftleşmeleri, horoz dövüşü geyikleri, cep telefonundan açılan komik kaza videoları ve benzeri birçok uğraşla meşguliyeti bizi hiç etkilemedi. Kahvenin, şeffaf branda ile bölünmüş bahçesinde (sigara tiryakileri koğuşunda yani) beyaz ampul ışığının bizi rahatsız etmeyeceği loş bir köşeye oturduk. Burhan, ceplerinden çıkardığı destansı loto kuponları ve pahalı sigarası ile beni gene şaşırtmamıştı. Çaycı bize göz ucuyla baktı ve rahatsız edici bir ses tonu ile Burhan bağırdı -bize iki çay getir oradan. Emir kipi ile istenmiş ve söylenmiş bu sipariş üzerine tüm hassas ve romantik bireylere, bu kabalığın son kullanma tarihini yitirmediğini söylemeliyim. Sağlıklı bir örnekle açıklamak gerekirse; kasabaya yeni gelen bir üniversite öğrencisi sigara almak için bakkala girer ve – Rica etsem bir sigara alabilir miyim? Diyerek isteğini dile getirir. Ancak – ‘’Ne yalvarıyorsun, sigara iste vereceğim zaten! cevabı ile kendinden geçer ve eğitim hayatına yatay geçişle başka bir şehirde devam eder. Alkışlanmaya değer olmayacak bir vukuata daha değinecek olursak eğer, dedemin ölümünü ve toprağın kalbine gömülüşünü hiç unutmam mesela. Tabuttan çıkarıldığında, uzaktan bir akraba edasında dualar okunana dek seyirci kalmıştım. Senfonik bir orkestra korosu gibi kalkarken eller havaya ve fısıltı eşliğinde dualar süzülürken dudaklardan, beynime kurşun hızında ve acısında saplanan, dedemin obezite eşiğini aşmış zavallı babaanneme yönelttiği ‘’yiyorsun boğazını siktiğim’’ cümlesi ile attığım kahkaham… Hiç unutmam… Ben ne zaman unutmak istesem bu gerçeği, tüm cenaze eşrafının bana ettiği küfür dolu hafızalarda bir anıt gibi duran heykelim hatırlatır bana sürekli kendimi… Bu veya buna benzer absürt olay ve diyalogların, çağımızın temel sorunlarına değindiğine inanırım. İnsanın, çatlamaya koşan bir atın yazgısını sırtladığına ve çoğul eklerine tapındığına ise hiç değinmeyecek, çayımı soğumadan içeceğim. Belki bende bir gün lotoyu tutturup, Burhan gibi alevli şort giyeceğim. Durmadım, duraksamadım ve direk sordum ona, bu şortun sırrı nedir diye? – Allah’ın haritasında dahi yeri olmayan, bu yüzden cennet ve cehennem ayetlerinin geçersiz kılındığı bu arafın çıkış kapısı’’ diye yanıtladı.
Bir zamanlar Antalya’da, lüks otellerde komilik yaptığını, mandalina ağaçlarının altında polislerden gizli yattığını (nedendir bilinmez) da ekledi. Yani çok çileli ve acı dolu bir hayatım oldu dedi. Burhan’ın babasının ölüm haberini almadan önce birlikte loto oynuyor ve gene çay içiyorduk. Üç kardeşinin de, babasının ölümüne üzülmediğine ve Burhan kadar içlenmediğine ben şahidim. (Hatta benim yanımda ağlamıştı bile) Neyse! Çaylarımız bitmiş ve Burhan tebessüm dolu bir bakışla iki parmağını zafer işareti şeklinde çaycıya göstermişti. Bu onun yaşamda sahip olduğu ve sığındığı tek ego göstergesiydi. Bir demokrat olmaktan ve tutucu bir toplumda tüm iş gücüyle var olmaktan övünürdü. Pazar yerlerinde satış yapar, kafiyeli ve esprili cümleleri ile müşterileri kendisine çekmeyi çok iyi bilirdi. Kömür ve odun taşımacılığı, hamallık, çay ocağında garsonluk, rençberlik ve serbest piyasada yer alan birçok işe yetenekli olduğunu da eklemeliyim. Yoksul bir ailede dünyaya gelmesinin yanı sıra haylaz ve sevgiden uzak bir çocukluğa sahip bu adamın, vicdanını koruyabilmesi ve zekâya yönelik eğilimleri beni her zaman memnun etmiş, onu sevmeme ve dost olarak ömrüme eklememe yetmiştir. Kendisine lotoyu tutturduğunda ne yapacaksın diye her sorduğumda, – Ege ya da Akdeniz’e yerleşeceğini, 3 katlı bir manav ve bitişiğine şirin bir sahaf açacağını söylerdi. Alevli şortunu giyer pahalı güneş gözlükleri ve parmak arası terliklerle sahil koylarında Rus kadınlarını dikizleyecekti. Bu benim değil, bilakis Burhan’ın hayal defteri… Salça kutusunda esrar yetiştirmesi ve boğucu bir yaz gününde hayatı boyunca tek âşık olduğu kadın tarafından terk edildiği anılara hiç değinmeyeceğim. Akşam namazının bittiğini, yatsı çağrısından anlamamak bir zekâ geriliği kabul edilebilirdi. Bu yüzden, çaylarımız biterken sesimiz, sözümüz ve karşılıklı sessizliklerimiz dahi tükendi. Masadan kalktık, Biraz Burhan’dan, az benden sermaye ve işgücü emeğinden yettiğince hesabı çay bardağının yanına bozukluk halinde bıraktık. Yarın için belirsiz bir saatte buluşmak üzere ayrıldık ve bir daha hiç görüşmedik.
Yollarını arşınladığım, sokaklarında oyunlar oynadığım bu kasabada, loto tutturmak şartıyla kurulacak güzel bir yaşamın ve çeşmesinden abdest alınan camii avlularındaki amcaların dışında hiçbir şey görmedim, yaşamadım ve bilmedim. Gece yarıları mezar taşlarına işemeyi alışkanlık haline getirmiş bir uyurgezerim. Lotoyu tutturduğumda ilk yapacağım işim, kendime alevli bir şort almak olacak. Ve nakış nakış işleyeceğim düşlerimi, pahalı güneş gözlüklerim ve parmak arası terliklerimle Akdeniz ya da Ege sahillerinde…