-Eskilerde bir gün yaşımdan beklenmeyecek şekilde büyüleyici bir cinayet işledim biliyor musunuz?  Gencecik bir kadını öldürdüm. Üstelik cinayet aletini geçin ellerimi bile kullanmadan başardım bunu! İnanabiliyor musunuz? Ablam beni ihbar etmedi. Polis beni yakalamadı. Alnıma sürülmüş taze bir kanla yepyeni bir katil yaşamına doğdum. Dünyadaki yoksulluğun en gözde neferiydim artık! Benim gibi katiller sayesinde rahatlıkla varoluşuna devam edecekti.

– Beyefendi siz neler saçmalıyorsunuz? Yanlış numarayı mı aradınız acaba?

– Hayır, yalnızca size ödüllü bir bilmece sormak istedim. Bu bilmeceyi bilirseniz on dolar kazanacaksınız Betty Hanımefendi.

– Bilmece mi?

– Evet bilmece.

– Tanrı aşkına siz sadece saçmalayıp durdunuz, dediklerinizin arasında soru bile yoktu.

– Ya da siz gayet iyi duyan bir sağır olduğunuz için anlattığım hikâyedeki sembolleri göremediniz.

– Bakın benim böyle şeylere ayıracak hiç vaktim yok. Evde dört çocuğa bakıyorum ve akşam yemeğini hazırlamaya daha başlamadım bile. Üstelik bu karga sesinizle kimseye uzun bir şeyler anlatmamalısınız.

–  Sizde pek de parlak bir zeka göremedim, o yüzden keyfiniz bilir. Son olarak yarın sabah adresinize gelip oyuna katılım ücreti olan bir doları sizden alacağımı söylemek isterim.

-Zırvalamaların için bir de para istiyorsun ha? Utanmaz herif!

-Yarın görüşürüz hanımefendi, bence gayet güzel bir konuşma oldu.

****************************************************************************

Ve sessiz sinema dönemi bitti.  Sesleri seyircilerin kulağını kaşındıracak derecede korkunç olan, vurgu ve tonlamadan bihaber aktörler birer birer mesleklerini terk ettiler. Bu dönemde sürekli başrollerde olan güzel leydiler, kazandıkları parayla satın aldıkları malikanelerine geçerek kendileri gibi oyunculuğu bırakmış diğer başrol leydilerle  sonu gelmez oyunculuk hayatı dedikodularına başladılar. Kariyeri bitmiş yakışıklı başrol jönleri ise tekneleri ile daha çok vakit geçirmeye karar verdiler ve sık sık meslektaşlarıyla beraber denizin ortasında sabahlara kadar süren  eğlenceler düzenlediler. Bu topluluklarda herkes mutluydu. Ama… Herkes bu kadar şanslı değildi.

Aslında Poe sessiz sinema komedilerinin neredeyse her çeşidinde yer almıştı. Bir zaman Chaplin’i kovalayan polis olmuştu. Keaton treniyle kaçarken arkasından tüfekle ateş etmişti. Lloyd canını hiçe sayarak bir binanın tepesine tırmanırken aşağıdan heyecanla ona bakmıştı. Sinema dünyasının tecrübeli bir üyesiydi sonuç olarak.

Fakat şimdilerde sinema bir devrimin ortasındaydı. Setlerdeki eski aletler gidiyor, yerlerine en yenisi geliyordu.  Stüdyolar yepyeni dekorlarla, parlak ışıklandırıcılarla dolmuştu. Seyirci de filmlerin müthiş bir değişim furyasında olduğunu anlamıştı, artık en iyi filme değil de en yeni oyuncakların, en yeni tekniklerin kullanıldığı filmlere gider olmuştu. Bu sebeple eski hatırlatan ne varsa – buna oyuncular dahil- yavaş yavaş terk ediliyordu. Sadece eski dönemin en iyilerinin burada kendini kanıtlamaları için bir şansı vardı. Diğerlerine çoktan şimdiye kadar verdikleri emekler için teşekkür edilmişti.

Poe alacaklarının önemli bir kısmını tahsil edemeden kendini Los Angeles sokaklarında işsiz buldu. Birden dibe vurmuş olmanın getirdiği sinir krizleri ve bunalımlar yüzünden haftalarca kendini ablasıyla beraber yaşadıkları  eve kapadı. Ruh sağlığını tekrar tesis edebildiğinde fark etti ki ablasıyla yaşamlarına devam edebilmeleri için bir iş bulması gerekiyordu. Qiana hemşirelik yapıyordu fakat kazandığı yeterli değildi. Bir işe ihtiyacı vardı, evet kesinlikle ihtiyaçları vardı hatta ama Poe birkaç ay öncesine değin kendisinin yaşadığı aktör hayatını düşleyenler tarafından modası geçmiş, kullanışsız bir eşya muamelesi görünce sinirden köpürüyordu. Bu devrim döneminde yaşadıkları kuşkusuz onu daha kırılgan, daha duygusal biri yapmıştı. Başarılı bir kariyeri olduğu dönemlerde ağır ağır sindirdiği geçmişin acı anıları şimdilerde müthiş bir hızla tekrar gün yüzüne çıkıyordu.

 

Zeki insanların ilk bakışta oldukça karmaşık görünen olaylardan bile yorulmadan sıyrılabilmesi pekala şaşırtıcı değildir. Poe da zeki sayılabilecek bir insan olduğu için ortasında durduğu bütün bu koşullara uygun bir iş bulabilmesi çok uzun sürmedi. Kendisinin yarattığı bir işti bu, benzersiz ve özeldi. Sadece iki şeye ihtiyacı vardı: telefon defteri ve adres defteri. Şehir merkezine indiğinde bunları temin etmesi de oldukça kolay olmuştu. Artık yapacağı şey açıktı: telefon defterinden bir numaraya arayacaktı. Sonrasında açan kişiye ödüllü bir bilmece soracaktı ve bilemeyenlerden (ki çoğunluğu bilemezdi nasıl olsa) oyuna katılım ücreti alacaktı. Adres defteri de bunun içindi sonuçta, birinin evine giderseniz parasını alma konusunda ona ne kadar ciddi olduğunuzu kolaylıkla gösterebilirdiniz.

Birkaç kişiyi arayıp bilmecelerini sordu, aralarından hiç bilen çıkmamıştı. Telefondakilerden bazıları sakindi, oyunu kaybetmeyi doğal karşılamışlardı ve para ödemekte de pek bir sıkıntı çıkarmayacak gibiydiler. Fakat bir kısmı da sövüp durmuştu, onlardan yana pek bir umudu yoktu. Yine de yarın aradığı her adrese gidip şansını deneyecekti.

***********************************************************************

Qiana öğle iznindeydi. Ama Poe işini kaybedip tuhaflaştığından beri bu vaktini hemşire arkadaşlarıyla yemek yiyerek değil, Poe’yla uğraşarak geçiriyordu. İlk günler eve gidip Poe ile konuşurdu, onu teselli ederdi elinden geldiğince. Sonraları Poe’yu evde bulamamaya başladı. Bir gün izin vaktinde hastaneden ayrıldığında adımlarını birazcık hızlandırarak Poe’nun evden çıkışını görmüştü.

Sonra Poe’nun bir rutini takip ettiğini fark etti. Poe her gün evden aynı saatte ayrılıyor, şehrin sokaklarında dolaşıp bazı kapıları çalıyor, bazen sessiz sedasız beş dakika içinde bazen de kavga gürültüyle beraber yarım saat sonunda evlerden ayrılıyordu. Qiana’nın hastaneye dönmesi gerektiği için Poe’nun  ne zaman eve döndüğünü bilmiyordu ama akşam olduğuna dair bir tahmini vardı.

Qiana bugün kendisini idare etmesi için bir arkadaşıyla anlaştığından tekrar işe dönmeyecekti. Kardeşinin ne yaptığını tam olarak anlamak istiyordu.

Poe o gün de her zamanki gibi evden aynı saatte çıkmıştı. Qiana’nın varlığından bile haberi olmadığı sokaklara girip çıkmış, bir sürü eve uğramıştı yine. Qiana kardeşinin sokaklarda beklediğinden daha çok vakit geçirdiğini görünce şaşırdı. Akşamın ilerleyen saatlerinde Poe evlerinin yolunu tutmuştu. Qiana onu uzaktan izliyordu, oldukça dikkatli sayılırdı. Kardeşi eve girdiğinde durdu, o gün çalışmadığını ona söylememişti. Aşağıda biraz oyalanıp neden erken geldiğine dair bir neden bulmaya çalıştı.

**************************************************************************

-Benim biraz bol gömleklerim ve pantolonlarım hep bira kokar. Üstelik ablam defalarca kez yıkayıp ütülese de geçmez hiç kokuları. Çocukluğumda “Canavar Bavul” diye bir hikaye anlatmıştı bana birisi. Rivayete göre bir zamanlar hareket eden kanlı canlı bir bavul varmış. Bu bavul gecenin geç saatlerinde evlere sarhoş bir şekilde girer, insanların temiz kıyafetlerini toplar ve gidermiş. Fakat bu bavul o kadar çok bira içermiş ki bira kokusuyla adeta bütünleştiği için şöyle bir bakmak için dokunduğu kıyafetler bile sonsuza kadar bira kokarmış. Yıllar önce bavulun bizim eve girdiğini duymuştum yatağımdan. Yani o olduğuna emin olamadım ama biri bütün kıyafetleri kurcalamış ve bazılarını alıp gitmişti. O günden beri kimi zaman bavul gibi leş kokuyor olmak midemi bulandırıyor.

-Wow, doğrusu bilmece soracağınızı söylediğinizde böyle bir şey anlatacağınızı beklemiyordum. Çocuk kitaplarında olanlar gibi basit bir şey sorarsınız sanmıştım ama siz bir şey sormadınız bile.

-İnsanlar basit değildir Alden bey. O yüzden basit sorularla da yetinemezler çoğunlukla.

-Anlıyorum.  Size bir cevap vermek isterdim ancak aklıma pek bir şey gelmiyor. Bir bavulun sarhoş olması sizce de çok saçma değil mi?

– Bence dünyanın onca saçmalığı arasında çok da sırıtmıyor.

– Ücret konusunda biraz indirim yapamaz mısınız peki?

*******************************************************************

Qiana kapıyı usulca açmıştı, eşikte sessizce içeriyi dinledi. Poe birine telefonda hikaye gibi bir şey anlatıyordu. Bir süre daha orada durup kardeşinin başka insanları arayarak anlattıklarını da dinledi. En sonunda içeri girmeye karar verdi.

Poe salon kapısının eşiğinde ablasını görünce hemen konuşmasını kesti. Elinde kulağına dayadığı ahizeyle şaşırıp kalmıştı. Gözleriyle birbirlerini kısa süre tarttılar. Poe karşı tarafın konuşma sesinin hala geldiği ahizeyi yerine koyarken Qiana konuşmaya başladı.

-Telefonda öyle heyecanla ne anlatıyordun sen?

Poe bir soruya cevap vermenin onu başka birçok soruyla uğraşmak zorunda bırakacağını anlamıştı. Bu çok pasif bir yaklaşım olurdu, Poe agresif olmakta daha iyiydi.

-Sen neden bu saatte evdesin ?

– Baş hemşire çok solgun göründüğümü söyledi. Eve gidip biraz dinlenmeliymişim, haftaya ekstra mesai yaparsam sorun olmazmış.

– Peki gerçekten hasta mısın o kadar?

-Önemli bir şey yok.

Son kelimeler iyice soğuk bir şekilde söylenmişti.  Qiana sorusunu yineleme fırsatı bulamadan Poe somurtarak odasına gitti, kapısını kapadı. Kardeşinin gelmesi o güne dair bütün planlarını aksatmıştı.

Qiana Poe’nun bu küskün tavırlarını pek garip karşılamadı. Fakat ortada müdahale etmesi gereken bir şey olduğunu hissediyordu. Kapı eşiğinde duyduğu şeyler pek yabancı gelmemişti ama bir sonuca da varamıyordu şimdilik. Kardeşini gözleyip daha çok şey öğrenmeden onun hayatına dokunmak istemedi.

**********************************************************************

Evde sular dinmişti.  Poe için o gün kendisini polise şikayet edeceğini söyleyen kel ihtiyar dışında canını sıkan bir şey de olmamıştı. Çok kazanmıyordu ama hiç yoktan iyiydi. Aslında  bu işte aradığı şeyin para dışında bir şey olduğunu içten içe biliyordu fakat… Hayaller çoğunlukla ulaşılacak değil amaçlanacak şeylerden oluşuyordu . Voltaire haklıydı: Dediği her şey güzel sözlerden olsa da öncelikle bahçemize bakmamız gerekirdi.

Hızlı adımlarla evine gitti, terlemişti. Üstündekileri çıkarıp duşa girecekti ki telefon çaldı. Bu biraz tuhaftı, bu evin telefonu genelde çalmaz, ancak çaldırırdı. Gidip açtı, özgüvenle yoğrulmuş bir erkek sesi “Merhaba” dedi.

-Sizin ününüz çevremde yayılıyor Bay Poe. Duydum ki bazı insanları arayıp birtakım bilmeceler soruyormuşsunuz. Bunları ben de duymak isterdim doğrusu.

Bu giriş Poe’da merak uyandırmıştı. Bu yabancının ona meydan okuması hoşuna gitmişti. Sesi onaylayıp işlediği cinayetle ilgili bilmeceyi anlattı. Bilmece bittikten sonra bir süre sessizlik oldu. Sonra adam bu sefer daha alçak bir tonla konuşmaya başladı.

– Evet, güzel süslenmiş bir hikaye, ancak ben ölen kadının bir anne olduğunu görebiliyorum Bay Poe. Siz de görüyor musunuz?

Poe bir an duraksadı.

Jackpot. Adam bilmişti.

Şaşırdığını çok da belli etmemeye çalışarak sesi doğruladı. Bir bilmece daha teklif etti, ses de gülerek kabul etti. Poe bu sefer adama sarhoş bavulu anlattı. Bilmece bitince ses heyecanlanmıştı.

-Vay canına, bu masalsı olayı çok iyi düşünmüşsünüz Bay Poe. Alkolik bir baba daha güzel tasvir edilemezdi heralde. Yazarlık sizin hamurunuzda olmalı.

Poe şok olmuştu. Şaşkınlıktan dudağı titrese bile aklında kalan son şeyin peşinden koştu.

-Yemeklerimi az pişmiş sevdiğim için şehirde kavga etmediğim aşçı kalmadı. Fakat çok pişmiş bir etin burnuma yanık deri kokusu getirdiğini bir türlü anlatamadım onlara. Sanırım bu zevk evini bırakıp uzaklara taşınan en iyi dostumdan geçmişti bana. Ateşte kalmış bir yemek kül bırakırdı her yere, ziyandı,bir daha hiç eskisi gibi olamayacağı gibi vücuda faydasızdı.

Ses içindeki hüznü sızdıran titrek bir tona dönmüştü.

-Evi yanan dostun uzaklara gitmiş olabilir Poe ama inan bana hala yaşıyor adamım.

-Alden! Alden bu sensin! Tanrım! Karın ve çocuğun enkazda vardı ama sen yoktun. Tanrı aşkına ailen ölürken nerdeydin Alden?

-Bunların hepsini zamanla öğreneceksin dostum. Şimdi gitmem gerekiyor, Los Angeles’a çok uzaktayım ve yapılması gereken çok iş var. Düzenimi kurana kadar seni çok sık arayamam ama bazı günler beklemediğin anlarda telefonun çalacak ve şu acımtrak geçmişi rahatlatacağız. Oldu mu dostum?

-Alden bu… bu çok tuhaf. Sen yaşıyorsun ve… Ah çok sevindim ama nasıl birden…

***************************************************************************

Ses elindeki ahizeye telefon kulübesine bıraktı, öteki elindeki kağıdı ise yanında duran kadına teslim etti. Kadın bekletmeden cüzdanından bir miktar para çıkarıp Ses’e uzattı. Ses parayı aldı ve kadına istediği zaman onu tekrar arayabileceğini söyledi. Kadın başıyla onayladı, Ses hızlı adımlarla sokağın sonuna gitti.

Qiana derin bir iç çekti. Bilgi ne kadar ağır bir yüktü! Uzun vadede sorumluluktan başka hiçbir şey getirmiyordu insana.

Qiana annelerinin Poe’nun doğumunda öldüğünü biliyordu. Bu yüzden babalarının yıllarca Poe’yu suçladığını, karısının ölümünden sonra kendini tamamen alkole teslim ettiğini ve bir gün eve zil zurna sarhoş geldikten sonra eşyalarını bir bavula toplayıp onları terk ettiğini biliyordu.

Poe’nun odasında saklı duran kasanın şifresinin Poe’nun doğum yılı, daha doğrusu annelerinin ölüm yılı olduğunu biliyordu. Poe’nun kasanın içinde annelerinin resimleri yanında bir telefon ve adres defteri sakladığını biliyordu. Telefon defterinde Poe’nun yalnızca iki ismin altını çizdiğini (dolayısıyla sadece onları aradığını) ve bu isimlerin evindeki çıkan yangında ailesini kaybedince ortadan yok olan Alden ve annelerinin ismi olan Betty olduğunu biliyordu. Aslında Poe’nun insanlara bilmece sorarken esas amacının para kazanmak olmadığını, bir şekilde hayat hikayesini anlayan bir ruh bulup içini ona dökme arzusu taşıdığını biliyordu. Qiana doğduğundan beri kardeşini asla yalnız bırakmamıştı. Onun içinden geçen düşünceleri aslında bunlar kendi düşünceleriymiş gibi biliyordu.

Bu bilgileri iyi bir şeye dönüştürmek gerekirdi. Dış dünyada zarar görmüş insanların, hayal güçleri ile örüp mükemmeliyeti kovaladıkları o paralel iç dünyalarının, oyun evrenlerinin iyileşmesine yardım etmek iyi bir dönüşümdü işte. Tanrılar yaratıcılığı böyle ödüllendirirdi.