Otuz yedi yaşıma basmamın üstünden tam iki gün on sekiz saat elli altı dakika geçtiği tarihte “gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu”nu bedenim üstünden olumlamaya karar verdiğimi bildirmekten mutluluk duyuyorum. Cümlemi yegâne önemli felsefe sorunu üzerine okuma yapmak yerine bu metni okuma gafletinde bulunan yanlıştercihzadeler’e çevirmem gerekirse: Ben, yani Arthur De Douleur (sahte bir ismin arkasına sığınarak dünyaya geçmişini değil, yalnız bu metni göstermeyi arzulayan düşünceli ama umutsuz kişi), kısa bir süre içinde intihar edecektir. Her ne kadar bu metindeki amacım mevzubahis eylemi gerçekleştirme motivasyonumu anlatmak olmasa da, meraklı zihinlerin nöronlarını bir miktar bilgi elektriği ile gıdıklamanın zararsız olduğu fikrindeyim. Doğumumdan itibaren uzun süre boyunca maruz kaldığım hırs ve manipülasyondan olma bir ecza sonucunda hayatımda iyi yapabildiğim tek şey, sevdiğim tek şey, bildiğim tek şey olmuş olan mesleğim, ne kadar kutsal ve zorsa o kadar yanlış anlaşılmış ve bayağı bulunmuş o güzel mesleğim, yani Plastik Cerrahi, (Yani siz inşaat demiri sağ yanağından girip sol gözünün altından çıkmış işçiye tekrardan nasıl bir yüz yapabilirim diye günlerinizi yerken bir güruhun sizi manken kadınların memelerini büyütmekle meşgul sandığı meslek), artık benimle değil. Bir araba kazası sonucunda hassasiyetini kaybetmiş olan ellerim ameliyatlardan emekli edildi. Hayatın üzerimde denediği bu kara mizaha karşı protestoya gitmem, onu karşıma alıp “sadece meslekten değil, senden de çıkıyorum!” demem, başlangıcın özeti olarak sayılabilir.

İntihar etme kararını aldıktan sonra geriye dönüp şöyle bir hayatıma bakmam beni büyük hayal kırıklığına uğrattı. Fark ettim ki başka hiçbir şey yapmadan yaşamıma hemen son verirsem sadece “iyi bir cerrah” olarak anılarda kalacağım, yıllar boyunca düşünerek içimde büyüttüğüm felsefi fikirlerim, meslek hayatının kahredici yoğunluğundan dolayı yazmaya fırsat bulamadığım fikirlerim, benimle yok olup gidecek. Şüphesiz buna izin veremezdim. Bir kâğıdın başına geçip şu satırları yazmaya başladım:

“En bilge insan, başlangıçtaki insandı. Yazıdan ve medeniyetten çok önce yeryüzünde gezen atalarımız vahşi hayvanlara yem olarak, soğuk mağaralarda donarak, hastalıklardan kırılarak hayatın gerçek yüzünü deneyimlemişti. Sonra yazı bulundu, devletler çıktı, sınırlar çekildi, evler lüksleşti ve insanlığın gözüne perde yavaş yavaş inmeye başladı. Tahta evlerde yaşayan, para diye bir pulun peşinde koşan “modern” insanlar, bilge insanların yaşadığı hayata çoktan yabancılaşmışlardı. Tarih ilerledikçe bu yabancılaşma korkunç boyutlara ulaştı. Durum o kadar korkunçtu ki çağlar boyunca göçüp gitmiş azizler, filozoflar, liderler ve onların uyduruk fikirleri sayesinde günümüzde hayatı anlayan, hayatı gören, onun özüne hâkim hiçbir insan kalmadı. Konforun zehirli sarmaşığı gözleri tamamen kör etmişti artık. Onlar göklere baktılar, poz kestiler ve hayatın anlamı namına hiç utanmadan “aşk” yazdılar kitaplarına, “erdem” dediler bir karşılığı varmış gibi, “din”, “şöhret”, “para” başka komik cevaplardı.

Oysa başlangıçta acı vardı.”

Bu noktada durdum. Yazmak elbette güzeldi. Gerçeklere gözünü kapamış bünyelerin önüne kanlı kelimeler fırlatmak, sığ zihinleri çarpıcı cümlelerin okyanusunda boğmak bir zevkti. Ama ne kadar etkiliydi? Ne kadar haklı olursam olayım, sonuçta o aşağıladığım azizlerin ve filozofların yolundan gitmiyor muydum böyle? Birtakım büyük cümleler ediyor, idealler çiziyor, doğruları anlatma pişkinliğiyle üste çıkıp doğruları yaşama korkaklığı ile sinmiyor muydum bu şekilde? Evet, evet bu kabul edilemezdi. Anlatmak bir masaldı, yaşamak gerekirdi yaşatmak için.

Fikrimi tamamen değiştirdim. Acıyı örnekleyip, acıyı işaret edip çıkmayacaktım bu hayattan. Acıyı yeterince deneyimledikten sonra, gitmekten başka hiçbir çare kalmayacağını gösterecektim insanlara. Kendimi yavaş yavaş kurban edecektim hayatın gerçek anlamını zihinlere kazımak için. İnsanlığın bilgeliğe geri dönüşü uğruna adanmış bir can; literatüre bırakılmış kanlı, soğuk bir anı; her bölümüyle gerçekleri yeniden yeryüzüne taşıyan bir mektup. Kaderimi böyle çizdim.

 

I.Bölüm: Acı Nasıl Başlar?

Sağlık açısından en ufak bir kusur olmayan dönemde beden görünmezdir. Sanki yaptığı her şey çok basitmiş, böyle olması için hiç çaba harcamıyormuş gibi tıkır tıkır çalışır. Bunu o kadar harika yapar ki onu oluşturan trilyonlarca hücreyi, onlarca organı unutturur insana. Kuş tüyü kadar hafif hissederiz, adeta bütün ağırlığımız hayatın onca önemli dertleri ile boğuşan zihnimizdedir. Başımız ufacık ağrıdığında görünmez beden ütopyası daha da pekişir, çünkü hep zihin iş görür, zihin yorulur, bedende her şey zihnin hükmündedir, vücut her zaman olması gerektiği gibi ayak işlerini yapar sorunsuz… Ve bunun gibi birçok zırva.

Sonra sahneye gerçek fiziksel ağrı girer. Bu noktada daha sadece ağrıdır. Çok yürüyünce bacaklarda oluşan gibi, ters yatınca boyunda oluşan gibi. Yine de bedenin görünmez olduğu illüzyonunu yok etmeye yeter. İnsanın huzurunu kaçırır, iç dengesini bozar. Her türlü işi tam kapasite ile yapmasını mâni olur. Ama bu sadece başlangıçtır, acı bile değildir bu.

Acı gösterişle gelir. Çünkü gücünün farkındadır. Yeryüzündeki milyonlarca yıllık koskoca yaşamın sırf kendisinden kurtulmak için yaptığı sayısız oyunu bilir. Aciz bünyelerin neden hemen bayıldığından, ameliyatlarda neden anestezi yapıldığından, atların neden vurulduğundan, balıkların neden çırpındığından, yanına su almayı unutanların neden küçük haplarını almayı unutmadığından, insanların neden dua ettiğinden, bilincini kaybettiğinden, sayıkladığından, yalvardığından, ölümü arzuladığından haberdardır.  Alt edilemez doğasıyla, birbirine benzemez milyonlarca formuyla çok gururludur acı. Efendi edasıyla dolaşır bütün canlılığın üzerinde. Canı isterse birden bıçak gibi saplanır, kâbus gibi çöker bedenin üstüne. Canı isterse de sinsice gelir, yavaşça kapana kıstırır insanı. Yani hangi şekilde olursa olsun, onun sözü geçer ziyaret ettiği yerde. Seçenek şansı bırakmaz. Zevk, umut, arzu, sevinç, hatta öfke, hatta pişmanlık… hiçbirini bırakmaz insanın içinde. Kişiyi tıka basa kendisi ile doldurur. Acı çekmekten, acıyı düşünmekten başka hiçbir eyleme izni yoktur. Hele aniden geldiği formunda, ne olduğunu anlamamıza bile fırsat vermez. Çok kısa, çok şiddetli, çok… tarif edilemezdir.

Kanıtlamak için sol ayağımın orta parmağını balta ile kesiyorum.

II.Bölüm: Neden Efendimizdir?

Hayatımın en sarsıcı anıymış, bilmiyordum. Bilseydim baltayı tutan ellerim şüpheye düşer, her şey de bambaşka gelişebilir miydi? Sanmıyorum.

Aşk, utanç, intikam, neşe… hepsi birer şakaymış aslında. Can sıkıntısından, heyecan arayışından zamanla uydurduğumuz şakalar. Oysa insanlığın bilgelik çağında bunlar yoktu demeyeceğim, elbette varlardı. Ama bilge insanlar bunların birer şaka olduğunun farkındaydı. Çok önem bahşetmediler asla onlara, kendilerinden çok sonra gelen aptal “deha”lar gibi onları her şeyin merkezine koymadılar. Çünkü dışarıdaki hayat vahşiydi, ten sürtüyor, kan çıkıyordu. Kurtların uluması, baykuşların ötüşü romantikleştirmiyordu insanı. Çeşit çeşit hayvan çığlığı, çeşit çeşit ölüm yolu tutuyordu aklında bilge insan. Her köşe başında, her taşın altında binlerce farklı acının yattığını biliyordu.

Dolayısıyla acıya saygısı sonsuzdu. Acı çekmemek için beraber yaşıyordu bilge insan, bir deftere imza atıp, bir yüzük aldığı için değil. Acı çekmemek için erken uyanıyordu bilge insan, birileri onu para vermemekle tehdit ettiği için değil. Her hareketinde ürkek, her adımında şüpheli, her korkusunda bir nevi haklıydı. Çünkü duyguların en yoğununun acı olduğunu anlamıştı. Evet, bazen cinsel organında bir aktiflik oluyordu, bazen kimsenin yapamadığını başarınca içinde bir kıpırtı oluşuyordu. Korumak istediği şeylere, kaybetmekten korktuğu şeylere dair tarif edemediği bir eğilimi vardı. Bütün bunlar da tamamen silinip gitmiyor, aklında yer ediyordu elbet bilge insanın. Ama acının kendine ait bir klasmanı vardı. O duygular tozsa acı ziftti, yapışık ve zehirliydi insan için.

Baltanın indiği o anda yaşanılanları anlatmak istiyor ama nasıl anlatabileceğimi bilmiyorum. Önceden daha kötü durumda olan onlarca hasta gördüğüm için vücudumun verdiği şok tepkisinin o kadar fazla olmayacağını düşünmüştüm. Ama yanılmışım. Oluk oluk akan kan ve o uzvu hissedememek gerçekten büyüleyiciydi.  Ayağımda bir sıkışıklık, içimde sonsuz bağırma isteği varken yalnız cılız ve kesik nidalarla yetindim. Ölümcül kan kaybını engellemek için parmağımdan geri kalanı sararken ayağım hiç olmadığı kadar ılıktı.

Bazı insanların neden jiletlere sarıldığını ilk defa öğrendim. Elbette aldığım eğitimin buna kitabi bir cevabı vardı, anca kesilmenin verdiği fiziksel acının (ve çok derinlerden gelen, nedeni anlaşılmayan ufak bir zevkin) ruhsal dengesizliklere baskınlığını ilk elden deneyimlemek, öğrenmekti işte. Bedenimin hafifliği tamamen kayboldu, illüzyon bitti, gerçekliğe dönüldü. Şimdi vücudumun alt tarafından gelen sürekli bir çağrı, bir hatırlatma var. Ancak yeterli değil, üstten de bir çağrı, bir huzursuzluk görülmeli ki uyarmalar lokalleşmesin.

Burnumu ingiliz anahtarı ile kırıyorum.

 

III.Bölüm: Neden Yaşamın Gerçek Tanımıdır?

Biraz büyüdüğünde seni ilk kez “okul” diye bir yere gönderecekler. Orada “tarih” diye bir ders olduğunu öğreneceksin. Sana tarihin ne olduğunu, neleri nasıl araştırdığını anlatacaklar çok biliyormuşçasına. Ve sana onlarca savaş, onlarca kurulup yıkılan devleti anlattıktan sonra karşına geçip “işte insanlık tarihi!” diyecekler.

Söyledikleri hiçbir yalana inanma. Şöyle cevap ver onlara: “İnsanlık tarihi vahşi hayvanlar tarafından yenme, donma, yanma, boğulma, kurşun zehirlenmesi, veba, grip, tifo, sıtma, çiçek, çocuk felci, kolera, tüberküloz, malarya, kanser ve aids tarihidir.” Çünkü insanoğlunun binlerce yıldır yapılan savaşlardan, kurulup yıkılan binlerce devletten çok daha büyük sorunları olmuştur her zaman. Zira acı savaş bilmez, siyaset bilmez. Bazen bir virüs, bazen bir bakteridir. Bazen yalnız bir şeyi az barındırır beden, bazen bir şeyi çok barındırır. Bazen bir şeyi bir yerden öteki yere götüremez, bazen çok hızlı götürür. Bazen bütün hücreler ölür, bazen bütün hücreler çıldırmışçasına çoğalır… Aslında acı açısından pek fark yok bunların hiçbirinde. Hepsi bir çeşit davetiyedir acı için. Acının ne kadar çeşitli olduğunu anladıktan sonra, evrensel, ezeli ve ebedi doğasını kavradıktan sonra artık yaşamı daha iyi anlayabilirsin. Yaşam para/aşk/zevk/tanrı rızası peşinde yapılan bir koşu değildir. İyilikle kötülüğün savaşı, farklı enerjilerin akışı gibi üçüncü sınıf kişisel gelişim kitabı zırvalarında da değildir tanımı. Yaşam acıyı azaltma sanatıdır. Canlılık ve evrim, acının azaltılması tarihidir. Düşün bunu, seni suda yaşayan basit bir canlıdan homo sapiens haline iten şey neydi? Bilmiyor musun? O zaman sırasıyla çekirgenin bitkiye verdiği acıyı, kurbağanın çekirgeye verdiği acıyı, yılanın kurbağaya, insanın da yılana verdiği acıyı düşün. Şimdi anlıyor musun? Yarış en başından beri kimin toplamda daha az acı çekeceğine dairdi ve bunu sen kazandın, tebrikler! Şimdi tavşanların gözlerine çamaşır suyu dökebilir, sığırları doğrayabilir, fareleri uyuşturucu bağımlısı yapabilir ve fillerin dişini çekebilirsin! Yani en iyi bildiğin şeyi, yeryüzünün geçmişini ve geleceğini sikme hakkını elde ettin bu yarışı kazanarak. Ama üzücü olan ne biliyor musun, bu yaptıklarının hiçbiri senin acını yok etmeyecek. Sen geliştikçe acı da gelişmeye devam edecek, hep bir adım önünde olup kıskıvrak saracak seni. Çünkü unutma, toprağın altında ya da okyanusların derinlerinde yatan ölülerimizin milyarlarcası aşktan, paradan, sevinçten habersizdi. Ama hepsi acıyı tattı.

Nefes almak. Her gün on binlerce kez yaptığımız en temel yaşam aktivitemiz değil mi? Peki burnunuzu yeterince parçalarsanız o her nefesin günde kaç bin kez nefes aldığınızı anlamanızı sağlayacak kadar acıyacağını biliyor musunuz? Bu kadar sürekli acı içimi kemiriyor. Sanırım soluk boruma delik açmamı gerektirecek bu işkence. Yüzüme ne bardak ne de şişe götürebiliyorum. Pamuğu ıslatıp damlalarıyla ağzımı ıslatıyorum su içmek namına. Nasal kemiğimin röntgende nasıl da un ufak görüneceğini düşünüyorum. Kalan hayatım boyunca bir daha röntgen göremeyecek olmam üzücü. Ama hala “Bay Sakin”i oynamayı başarabiliyorum bir şekilde. Demek ki öğreticilik için bu kadar acı yeterli değil.

Dilimi ortadan ikiye ayırıyorum.

 

IV.Bölüm: Nasıl Gelişir?

Konuşamıyorum. Yazamıyorum. Odaklanamıyorum. Dönülmez yere geldim. Bu. Çok. AŞIRI. kAn gerekli. Sık sık bayılıyorum. Gözümü açık tutamıyorum. Ağrı kesiciler İŞE YARAMIYOR. bÜTÜn gün ağlıyorum. Geçmiyor. Acı IRMAKLAR GİBİ. Akıyor. Bitmiyor. Tükenmiyor. Saat. tİk TaK tiKK TaKK. Say.  Yaşamak. Daha önce. hiç. bu kadar. his olduğunu. düşünmemiştim. Ölüm. Bir melek. Neden korkulur ki? BUnlar ne kadar da özensiz. bU cümleler. Düzeltmek. Hayır. Uğraşamam. Anlatmam gerekli. Konuşamıyorum. Ayna korkunç. Bakmak İSTEMİYORUM. Acı. kOPKOyu yazdım seni. Petrol gibi. gece gibi. Hayır. GECE DEĞİL. gece sessiz olur. SEN BAĞIRIYORSUN! o yüzden koyusun. Seni seviyorum. eVET. HER ŞEYE RAĞMEN. Seni seviyorum çünkü ahhhğğh. Buna. Öze n g er ek. Hadi ArThur. Seni seviyorum çünkü yaşadığımı bana hissettiriyorsun. OLDU MU?*?? EVVet! Çünkü sen gerçeksin. Çünkü hayAtın özü. Başı Sonu. TuttttKUUUU. EFendimmmM. DİRİLT BENİ! SONRA BİR DAHA ACI ÇEKTİR. BİR DAHA ÖLDÜR. BİR daha Dirilt. Tekrar kUCAkla. Fikirlerimi Anlatmak. Hala İstiyorum. Ama ACI. acı. Ama GEÇSİN ARADA. OlMAZ MI?=[? Nefes alsam. YALNIZCA arada. OLMUYOR!! TaMamMMmM. O zman. EnnN sonuna. Kadar. GİDELİMMM.

CinSEL OrgAnımı kesyiorum.

 

  1. Bölüm: Nasıl Biter?

AHAHHAHAHHAHSAHAHHAHSHAHHA. HHHAHHAHAHAHAAHAHAHAHAHAHAH. HAH HAAAAA. EN ERKEK BWN OLDUM!! OLDU DA BİTTTTİİİİ MASŞALHAJHHHAHHAHHHHAHHAHH. BEENİMMM. ACInın pEygamberiyimmm. Eyyyyy imaNNN EdEnleerrr. Buraya KadAR GELİNN!’3+ Benimle Tekkkrarr Edinn: acı yaratt. aCI oldurr. acı ÖLDÜRR. acı yaratt. aCI oldurr. acı ÖLDÜRR. acı yaratt. aCI oldurr. acı ÖLDÜRR. HOŞGELDİİNİZZZ HOŞGELDİNİZZZ. bUrada herkesle ben İlgileniyoumm. KORkmayınn. H erkes e Ye etcek kadar acı Varrr. HAHAHHAHAAHHAHAAASAHAHA. Amaaaa, üz cü biiiir haerim de vaaar sizeee. EvEEEET, ÜZÜCÜĞğ HabeRR. Artııık bURADAAAN gidiyorummmm. Ama YO YO YOOO yok yok YOOOOK, SİZ hİç üzül me inn. Yerimi BİRR BAŞKASI ALA CAK! B,r Bas ka  PEygamBerr. Çünküüüüü İnsanlııık öğrendiiii. GÖREV TAMAMLANDI1! Acı Tanrı TANINIYRORR! Bi l gfe çağğğ dönüYoRRR. AŞIĞIM WSANA TANRIMMM. BN SEN OLDUM SENDEN BR PARÇAYIM!*  aamA Aama ama ARTK YETER. YETER. YETEEEEERRRREREERERRERRE. SON. SOON. Sonnnnn Sooon SO on ON on On Son sONS son. SOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOONNNNNNNNNNNNNN. EYWIRTLEF DERTRİKLİ USTYTRKUMA ÇIĞTRIHT DERDAMÜ. TRHAEN BANE KAMBORUBA PROYTAD.

BWNZĞ ĞĞĞİN. ÇWKM A K  MA K . ATEŞEŞEŞEŞŞ.

***************************************************

  • Yumurta yiyecek misin?
  • Sadece pastırma yesem?
  • Pastırma yok, sadece yumurta kaynattım.
  • E bu koku ne?