Hanın çatısına çarpan milyonlarca iri yağmur damlasının sesi ile yaren edasıyla kucaklanmış kulakları, şöminede çatırdayan çamın çıtırtısı ile bir aşk üçgeni yaşıyordu. Yanan çamın mis gibi kokusu ile burunlar ise nispeten daha sadık bir ilişki içerisindeydiler. Dışarıdaki nemli toprak kokusu içeri giremediğinden aklı karışmıyordu burunların. Çeşit çeşit içki ile tavandan yer yer damlayan yağmur suyu masaları ıslatmıştı ve şömine ile mumların loş ışıkları altında iki çift göz birbirini dikkatlice süzmekteydi…

– “Birazdan üstünde olacağım.” 

* “Hmm… bunu nasıl yapacaksın?” 

– “’Olabildiğince hızlı’ diyelim.” 

* “Göster kendini Şirin Çocuk!” 

Bir, iki, üç! 

Ve gürültücü güruhun etraflarında çember oluşturduğu Naker ile Ahar, gecenin kazananı olmak üzere bilek güreşine başladılar! Oynaann bahislerin çoğu Ahar’ın üzerineydi ama oran oldukça düşüktü elbette. Ahar’ı henüz yenebilmiş bir babayiğit çıkmamıştı bu handa. Naker üzerine oynanan bahisler ise daha çok kaç saniye dayanabileceği yönündeydi. Biralar yukarı kaldırılıp tezahüratlar ve teşvikler birbiri ardına sıralanıyor, eğer ki bilekler bir yere doğru açı kazanmaya başlarsa grubun da harareti artıyordu. 

Kurallar basitti; bilek bükmek yok, masadan destek almak yok, çift el kullanmak yok, dirsekleri masadan kaldırmak yok. Yüze ya da bedene herhangi bir şekilde temas etmek yok. Rakibin gözüne alkol ve su, kum ve parmak atmak, tükürmek yok. Rakibe bıçak ya da balta fırlatmaya çalışmak yok, mızrak ile dürtmek de yasak. Rakibin aklını çelsin diye fahişe tutmak yasak; tahrik, teşvik ve rüşvet yasak. Bunlar handa yaşanan olaylar doğrultusunda ve Ahar’ın zom olmadığı zamanlarda hatırlayıp not alabildiği kurallardı, tabii ki tecrübe ile sabitlerdi. Adamın tekinin, rakibin üzerine tavuk kanı sıçratıp çakallara koşturduğunu da görmüştü ama alkollüydü ve gerçek olduğuna emin olamadığından kurallar arasına eklememişti. Bunun dışında rakibi zehirlemek, atını hana sokarak rakibi ata teptirmek de yine tecrübeyle sabit bir şekilde yasaktı. Anlayacağınız Ahar, bu sporu ciddiye alırdı ve hanının sınırları içerisinde sportmenlik karşıtı davranışları engellemek ve yeri geldiğinde cezalandırmak için elinden geleni yapardı. 

Çok az sayıda da olsa izleyiciler arasında Naker’in kurallardan birini çiğneyeceğine ve Ahar’ın onu iki hafta önceki demircinin oğluna yaptığı gibi çiğ domuz budu ile döveceğine dair bahis oynayanlar vardı, en yüksek oran da elbette buradaydı.  

Naker gücünü topladı ve omuzlarını da kasarak yaklaşık yirmi derece kadar Ahar’ın bileğini masaya yaklaştırmayı başardı. Bu noktada Naker, Ahar’a karşı kırk iki saniyeden fazla dayanmış ilk canlı (evet “canlı,” çünkü Ahar’ın bir ayı ile bilek güreştirip otuz saniyede kazandığına dair iddialar vardı) rekorunun sahibi olmuştu bile! Tezahüratlar fişek gibi patlarken Ahar’ın yüzündeki ifadesizlik gözlere çarptı. Ahar o kadar sakindi ki, o an bilek güreşi yapmak ile patates soymak arasında pek bir fark yokmuş gibiydi. Üstelik diri bir patatesten bile bahsetmiyorum. 

Ahar, yavaşça Naker’in bileğini kaldırdı ve başlangıç pozisyonuna getirdi. O pozisyonda tutmaya devam ederken, diğer eli ile özel yapım, litrelik maşrapasını kavradı. Maşrapanın üstünde, çapraz ayı pençeleri üzerinde ağzı açık bir ayı kafası işlenmişti ve koyarken taşmış bira, bu işlemelerin oluklarına dolup masaya doğru süzülüyordu. Maşrapayı kaldırdı ve hızlıca dikti. Bira ağzından taştı ve hafif tüylü yüzünden boynuna, oradan omuzlarından çark dövmeli kollarına, masaya ve domuz derisi önlüğüne aktı. Ahar bir hışımla, baş düşmanının boynuna baltayı indirir gibi; maşrapa ile Naker’in bileğini aynı anda masaya vurdu! Masadan çıkan ses öyle şiddetliydi ki aynı anda çakan şimşeğin sesini handaki kimse duymadı ve sanki Ahar’ın yaptığı bu hareket bir anlığına gökyüzünü aydınlatmış gibi oldu. 

Parasını Ahar’a ve Naker’in yirmi beş saniyeden fazla dayanacağına yatıranlar sevinç naraları atarken kimi arkadaşlar sadece kendi aralarında iddiasına girdikleri biraları tahsil ettiler. Güruh paralarını ve biralarını toplarken Ahar da gururlu şirin çocuk Naker’in elini sıktı. 

* “Eline sağlık Naker, şu ayıdan daha ayıymışsın!” dedi. 

Naker o sırada bileğini ovalamakla ve acısını gizlemeye saklamakla meşguldü. Ama Ahar’ın kuvveti elini sıkarken de değişmemişti. Yüzündeki acı ifadeyi başarısız bir gülümsemeyle kapatmaya çalışarak; 

– “Ahar, ayı hikayesi gerçek değil, değil mi?” 

Ahar sırtına kendince “küçük” bir şaplak indirdi. 

* “Ah tabii ki değil! Ne yani, bir ayıyı buraya kadar getirmekle mi uğraşacaktım bir de?!” 

Yerlerine geçip otururken Kapının üstünde bir ayının sağ kolunun tamamının doldurulup asıldığını fark etti ve senelerdir gelip gitmesine rağmen şöminenin önündeki ayı postunun neden sağ kolunun eksik olduğunu ancak anlamaya başladı. 

————- 

Benim Opera Harabelerine gitmeyi kabul etmem için gereken üç şarttan ilkini, tokalaştıktan sonra ellerimizi buzlu suya sokarken aynı gece yerine getirmişti Naker. Üç tane bira.  

Üçüncüsünü ise hemen sonraki gün Ahar ile çıkarak yerine getirdi. Ahar ile aynı geceyi, bilek güreşinden öncesini heyecanla anlatmaya başladı; 

– “Kolumdan tuttuğu gibi arenaya götürdü, Üç-Kol Aaron ile Kalpazan’ın yarı final maçı varmış.  Ahar’ın arenada nüfuzu çok yüksekmiş, tüm kalabalığı yarıp en öne geçtik! Mükemmeldi! Üç-Kol Aaron’un yüzüne fırlatılan savaş gürzünden sonra ağzından uçan kanlı dişleri üzerime yapıştı, alana o kadar yakındık diyorum sana! Gerçi dişlerden yalnızca ikisini bulabildim, kalanını sekiz yaşındaki çocuk yere benden yakın olduğu için toplayıp kaçtı, şanslı piç… Neyse işte, dişlerden birini Ahar’a hediye ettim, yüzündeki mutluluk paha biçilemezdi. Bu arada balta fırlatmada çok yetenekli! Oyundan en kalitelisinden bir şişe rom kazandı. Ahar resmen olmak istediğim…” 

Benim, yüzüne anlamaya çalışan ve hafif ekşimiş bir surat ile baktığımı fark edince “Yani öyle bir kadın olmak isterdim… Yani eğer kadın olmak isteseydim… Yani öyle biri olmak isterdim, ama kadın olarak değil…” diye kendini açıklamaya çalıştı. Sonrasında da onu anlamama rağmen bu eziyeti ona çektirdiğim için küfür etti. Güldüm, kötülük yapmayı bile beceremediğimi fark ettim. 

+ “Peki,” diye sordum, “Ahar ayıyla güreşip kazandığını neden inkâr ediyor?” 

– “Ayıyla güreşip kazandığını inkâr etmiyor ki, ayıyı ‘handa’ yendiğini inkâr ediyor! Ürettiği bal şarapları için ormana bal toplamaya gitmiş, ayı ile bal için güreşmiş ve anlayacağın üzere kazanan Ahar olmuş!” 

+ “Bu durum ayı postunun üstünün hâlâ yapış yapış olmasını da açıklar… Ahar kusursuz bir dağ çiçeği!” 

Ben pis pis kıkırdarken Naker’in yüzünde sadece sıcak bir tebessüm vardı. Sol alt tarafa bakan dalmış gözler ve tebessümün arkasından yavaşça göz kırpma… 

+ “Yoksaaa…” dedim… 

– “Hayır hayır, ama sayende hiç beklemediğim kadar hoş bir gece geçirdim. İyi bir dost edindim. Teşekkür ederim.” 

Bir süre bekledim. Yüzüne baktım ve gözlerimi kapatıp sordum. 

+ “Biralarda indirim mi yapacak?” 

– “Hem de yarı yarıya” 

————- 

Ertesi günün şafağında zırh şıngırtılarına uyandım. Sırtım duvara bakıyordu, karşımdaki yatakta olması gereken Naker’in sesleri aşağıdan geliyordu. Ayağıma apar topar çizmelerimi geçirip hâlâ nemli olan merdivenlerden aşağı koştum. Atı Fee’yi eyerlemiş, yeşil ışık yollu zırhını üstüne geçirmişti. İlk zamanlarından beri gururla giydiği Alaca atleti zırhının altından sarkıyordu. Erzağını daha yeni yüklemişti Fee’nin solundaki çantaya, üzerinde kahverengi yağmurluğunu giymeye çalışıyordu ama zırha takılan yağmurluk işleri güçleştiriyordu. Güve saldırısına uğramış gibi yağmurlukla cebelleşiyor, bir o yana bir bu yana kollarını savurup kol deliklerini arıyordu. Ses çıkarmadan takıldığı zırh zımbasından kurtardım yağmurluğu. Yağ gibi kaymaya başlayan yağmurluk Naker’in zırhının üzerine tamamen yerleşti. Kafası yağmurluktan kurtulan Naker karşısında beni görünce anlık bir kalp durması yaşadı, korkudan atacağı minik çığlığı da kendi kendine durdurdu. Kimse sabahın altı buçuğunda zırhlı bir mühendisin çocuk gibi attığı çığlığa uyanmak istemezdi. 

– “Uyandırmamak için çok çabalamıştım!” diye sinirle karışık bir feryat etti kendine fısıldayarak. 

+ “Bir dahaki sefere otuz kiloluk zırhı benim yatağımın altına koymazsan uyandırmazsın, zemin çöküyor sandım sen çekip alırken!” 

Kıpırdayan dudaklarında sevdiğim bir küfrü okudum, sonrasında silahı Yüzsüz’ü almak için merdivenlere yöneldi. Boş bulunup “Nereye gittiğini söylemeyecek misin” diye bağıracaktım ki saati aklıma getirip sustum. Arkasında koşup sorumu dışımdan ve sessiz şekilde yeniledim. 

– “İstediğin gibi Karkıran’a gidiyorum işte…” derken Yüzsüz’ü kınına yerleştiriyordu.  

+ “Ben de geliyorum” dedim. 

– “(Havada tırnak işareti yaparak) ‘biz’ değil, (tekrar havada tırnak işareti yaparak) ‘ben!” Diye yineledi iki gece önceki sözümü. “Bunu (havada tekrar tırnak işareti yaparak) ‘sen’ söyledin, (tırnak işaretini yineledi) ‘ben’ değil” diyerek de cilasını attı. 

+ “Şartları koyan benim, yumuşatmaya da iznim var. Ben de geliyorum.” 

Yüzsüz’ü kını ile birlikte masaya geri koydu, çenesini ovalayıp biraz bekledi. Sakin bir ses ile sordu. 

– “Bunu neden yapıyorsun? Bu sorumluluk benim. Kendi başımın çaresine bakabilirim! Bir hata yaptım ve şimdi bunu düzeltmesi gereken kişi benim, bana güvenmiyor musun?” 

Cevap veremedim. 

+ “O hâlde” dedim, “iyi yolculuklar” 

Teşekkür etti ve merdivenlere yürüdü. Nemli basamaklardan kayıp düşecekken son anda tutundu. Fee’ye bindi ve mahmuzlamadan önce pencereden bana baktı. Saati umursamadan “dikkatli ol” diye bağırdım. Gülümsedi ve el salladı. Saniyeler içerisinde penceredeki görüş açımdan kayboldu. Aşağı koşup yola çıktım, Fee’nin kıçını ve kuyruğunu savura savura gidişini ormana kadar izledim. 

Naker, her ne kadar baş belasının teki de olsa, sahip olduğum tek insandı. Seneler ve yaşananlar bizi bir bütün yapmıştı. Eh, kadınlarla da aram pek iyi değil onun aksine. Ama Naker’in anası değilim, babası değilim. Hatalar yapmasına izin vermek bile haddime olmamalı. Ona olması gerektiği gibi, bir arkadaşım ve bir yetişkin gibi dav- 

+ “NAKER SENİ APTAL!” 

Onu bir elime geçirirsem!.. 

Apar topar erzağımı hazırladım, cübbemi ve Sobba’yı  aldım, Tulub’un yokluğunda kiraladığım doru atı eyerledim. Her ihtimale karşılık hızlı hareket etmeliyim. “Kindi bışımın çırisini bıkıbilirim,” külahıma anlat! 

Dört nala sürmeye başladım, saat kaçtı bilmiyordum, ama artık uyanma zamanı!