Duyuyor musun?

Tik, tak, tik tak; azabın ayak sesleri sarıyor etrafını. Sen yardım istemeyi bilmezsin ki. Yakalarlar, yakalarlar. Tik, tak, tik, tak.

 

Geceydi.

Oktay sokaktan gelen siren sesleriyle aniden uyandı. Sirenlerin eşlikçisi kırmızı, mavi fenerler demir karyolasının sağına düşen pencerenin üzerinde hızlı adımlarla dolaştı, köşeleri rutubet tutmuş tavana döküldü. Gözleri irileşti, pencereye yapıştı. Kenetlenmiş dişlerinin arasındaki soluğu vermeyi unuttu bir süre, sirenler başka bir sokağı çınlatana dek kımıldamadan bekledi. Sesler yitince taze bir nefes arar gibi başucundaki komodini yokladı. Plastik bir ilaç şişesiyle buruşturulmuş kâğıt müsveddelerini yere devirdikten sonra sarma tütün dolu sigara paketini ve çakmağını buldu. Çakmağın tekerinden çıkan ses geceyi böldü, ikinci çakışta alev belirdi, karanlığı böldü. Yarı kapalı gözlerine çakmağın titreyen alevini yaklaştırarak sigarasını yaktı, derin bir nefesi odaya boca etti. “Uyanmak için erken ama uyumak için hayli geç.” Hatırlayamadığı bir rüyanın izinde yatağını terk etti.

Çıplak ayaklarını sürüye sürüye pencereye yürüdü. Gökyüzünde kaynayan türlü karanlık ay ışığını gizliyordu. Sokağının karşısında, yan yana sıralanmış irili ufaklı apartmanların yüzleri hepten geceye bürünmüştü. Kuşluk vakti yağan yağmurun kalıntısı, sağında kalan yokuşun tepesinden penceresinin önüne dek dökülüyor, mevsimin kayıp turuncu yapraklarını beraberinde sürüklüyordu. Keskin bir rüzgâr yüzüne çarparak geceyle beraber odanın içine doldu, bastırılmış izmarit kokusunu dağıttı. Oktay bir süreliğine ferahladığını duydu. Demiri paslanmış sokak lambasıyla aydınlanan ıssız sokağın üzerine sigara dumanını bıraktı. Dumanı yükseldikçe dalga dalga büyüdü, göğü kapladı ve sıvası dökülmüş, perdeleri örtük evlerin içinde yaşayan insanları birbirlerinin sarsak adımlarını takip eden gölgelere çevirdi. Şimdi bir dumanıyla, tüm kent gibi bu mahalle de gölge kesilmişti.

Karşı apartmanın dördüncü katında, kapalı pencerenin berisinde bir alev parlayıp söndü. Gözleri alevi buldu. Orada karanlık bir anlığına çözünüverdi, iki kalın kaşın üzerinden parça parça dağıldı. Sonra bir yenisi. İkincisinin ömrü bir nefes vakti kadar sürdü. Bu sefer çehresi meçhul kalın dudakların arasında turuncu bir ateş peyda oldu, çoğaldı, dumanı camın üzerine yürüdü, buğusunu bıraktı. Ardından karanlığın içinden uzanan bir el gözlerinin üstüne perde örttü. “Sirenlere duyarlı bir el daha.” Onun da uykusu siren sesleriyle aniden bölünmüş, kırmızı mavi fenerler tavanına dökülmüştü. Belli ki o da karanlıkta sigara paketini aramış, pencereye yürümüş, gecenin yüzünde nefeslenmek istemişti. “Benim sokağımda bir Bekleyen.” Yalnız olmayabilirdi, belki de bir yol ötesinde karşılıklı beklediği biri vardı. İçi ısınmış mıydı? “Hayır.” Homurdandı. “Herkesin nöbeti kendine.” Penceresini kapatmak üzereyken perdesini az önce çeken komşusunun pervazına bir güvercinin konduğunu gördü. Hayvan kırmızı ayaklarıyla bir iki adım yürüdü, ısrarlı bir telaşla etrafını gözledi. Haybeye kirli beyaz mermeri birkaç kere gagaladı, aradığını bulamayınca Oktay’ın beklediği yere bakmadan ufacık bedenini boşluğa bıraktı ve geldiği yöne doğru kanatlandı, uçtu gitti. Sonra? Sonra bir ses.

Güvercinler ölünce uçmaya devam eder mi anne?

Avludayız, abim, boynu su yeşili tüylerle kaplı bir güvercin yakalamış, sağ avcuna hayvanın kalp atışları dağılıyor. Kızıl gözlerinin tedirgin bakışları etli çocuk yüzünde, bir o yana çeviriyor kafasını bir şu yana. Abimin elinin sırtında kanlı çukurlar doğmuş. Baş parmağıyla   hayvanın gagasını havaya kaldırıyor, tutsak ağzını açamıyor artık. Annemin saçları gözükmekte mutfak penceresinden, sağ elinde saat yönünde dönen tahta bir kaşığın sapı, ocağın önünde nöbette. Anne! Abimin sesi. Duyuyor musun?

Annem irkilir. Sol eliyle saçlarını kulağının arkasına atar, duymaya hazırlanıyordur şimdi. Ama yüzüne bakmaz abimin, tahta kaşık saat yönünde nöbette, tik tak, tik tak. Uçar yavrum. Kuru ve yorgun bir ses, Annemin sesi. Sol eli beline inmiştir şimdi, pencereden dirseği gözükmekte, kum rengi saçları kulağının üstüne düşer, duymamaya hazırlanıyordur şimdi. Abimin avcundan tok bir ses yankılanır, güvercinin boynu elinin kanlı sırtına düşer, gözleri açıktır. Annem infaz emrini verdiği hayvanın gözlerini görmez, abimi görmez. Avcunu gökyüzüne uzatır abim, güvercini havaya fırlatır, hayvanın kımıltısız bedeni ayak ucumuza düşer. Abim sarsılır. Şaşkın bakışlarını bir ayak ucuna düşürür, bir benim yüzüme, bir de kanat sesleri yitik gökyüzüne. Yere çömelir, işaret parmağıyla hayvanın göğsünü dürter, çınlamayan kalp atışları benim gözlerimi doldurur, çenem sallanır. Sağ elini omzuma koyar abim, durgun bir ifadeyle toprağı gözler. Gel benimle. Abimin sesi, ardından giderim. Bahçemizin çevresi annemin gülleriyle kaplıdır, toprak nemli ve yumuşaktır şimdi. Avuçlarıyla toprağı eşeler, boşluğa maktulü yerleştirir, üstünü örter. Güllerin dibinde bir tepeciğe bürünür güvercin. Arkama geç der abim ve ben ne yaparsam tekrar et. Baş parmaklarımız kulak memelerimizi gökyüzüne kaldırır üç kere, sonra ellerimiz karnımızda kenetlenir. Diz kapaklarımıza yaslanır, boy veririz, sonra tepeciğin dibinde diz çöker, alnımızı toprağa süreriz. Abim arkasını döner, yüzümü toprağa bulanmış avuçları arasına alır, irkilirim. Birden açılır ağzının kapakları, süt dişleri suratını kaplar, kafamı dişlerine yaklaştırır. Korkarım. İşte şimdi der, affedildik, Abimin sesi, kimse görmeyecek ve asla yakalanmayacağız. Sonra koşarak uzaklaşır, neşeli bir çığlık tutturur ayakkabılarının çamurunu kapı eşiğinde silkelerken, Anneee! Biz acıkmışız. Diz çökerim tepeciğin önünde, güvercinin kanatları rüyalarımda yankılanır. İçerden annemin sesi gelir, abimin içi çamurlu tırnaklarına sinirlenmektedir.

Oktay, pencereyi aralık bırakıp gecenin üzerine ayakları yeri süpüren perdesini çekti ve sırtı duvara dayalı sandalyenin üzerine kendini bıraktı. İçmeyi unuttuğu sigarasının külleri dizine düştü, elinin tersiyle külleri yere silkeledi, izmaritini masanın üstündeki küllüğe attı. “Hayır.” dedi. “Hayır, gerçek bir Bekleyen olsaydı, sokaktan önce gökyüzünü gözlerdi.” Bir rüzgâr kapalı perdeyi havalandırdı, iki küçük yağmur damlası ensesine düştü. Kaldırıma dökülen yağmurun kanatsız sesi odaya doldu.