Stabilize edilmiş duyguların kesin hükümlerine karşı her bahar deri değiştiren, eskiyi yeniye harmanlamış, varoluşu kafalarda koca bir soru işareti doğuran neslin değişim algısının başkalaşım yarattığından bahsedilebilir elbet.

Başkalaşım yer bilimi dünyasının terminolojisinde “Kayaçlarda iç etkiler sonucu oluşan kimyasal ve fiziksel değişme” olarak adlandırılır.

Dönüp dolaşıp yalnızlık denen yolda kendine kalan “yeni insan” çaresizliğini dış etkilerde ararken, aynanın göz yanıltan beyazlığında kör olmuş vaziyette içsel bunalımını hayat düzenine oturtur. Bundan sonra yaşanacak günleri geçip giden diğerlerinin umutsuz bir tekrar olarak tanımlar. Anların ölümsüzlüğü, fotoğraf karesine sakladığı yaşanmışlıklarının gerisinde kalır. Hayat akıp gider, anlar durur. Yaşananları unutmamak için çabalarken hissedilenleri yosun tutmuş bir kuyunun içinde saklar, günü geldiğinde bir çakıl taşı, bir insan, belki de bir başka an ne kadar inerse derine, ancak gelişme kaydeder içsel farkındalık denen.

Başkalaşım, metamorfoz olarak da bilinir. Özellikle böcekler için kullanılan bir terim olup, canlının tırtıl düzeyinden yetişkin düzeye geçişi denebilir.

Kafka’nın dönüşümü, yeni dönemde sıklıkla hissedilen değişimin nostaljik bir örneğidir.

Gelişime tanıklık eden insanoğlu, çağın gerisinde, istenilenin ötesinde kalmamak için kocaman bir halka çizip, özgürlük olarak atfettiği bu halkanın içinde önce sürünerek sonra kanat çırparak dolanır durur. Gelişim tuzdan yarattığı halkayı bir tekila bardağı olarak görmekle ve önce tuzu yok etmekle başlayabilirdi. Fakat devam eden süreçte fiziksel noksanlıklarına saplantılı bir nesilden ancak kelebeğe dönüşmesi beklenebilir.

Yaratıldığından bahsedilen tabular, hep inilen ama bir türlü içinden çıkılamayan çocukluk tragedyaları, bir gün gelip kanatlarının üstünde yük ederken, halkanın duvarlarına çarpıp toprağın kokusunu hatırlatır başkalaşmış ve başkalaştığı yolda şaşıp kalmış kelebeğe.

Özgürlüğünü başka kanatlarda arayan insan omuzlarındaki yükü başka bir kıyafette aksesuar olarak taşır ve bahsedilen halka gün geçtikçe daralır. Değişim denen sonsuz bir döngüye evrilirken, değişen yalnızca takvim yaprağı oluverir tırtılın kısacık ömründe.

Varoluşsal sancılara merhem başka etnik kökenlerin sancılarını feyz alarak dindirilebilir algısı, türü bağlı olduğu toprakların türkülerinden koparır. Bilmediği bir dilde psikoterapi, yalnızca sözlerine aşina olmadığı bir şarkıyı mırıldanacağı seviyeye getirirken, hissel göç denen durum mübadele dönemi yalnızlığı yaratır. Bilmediği topraklarda özünü arar, alışkanlıklarsa her defasında aidiyet denen illetin yokluğunu anımsatır. Bekleneni karşılama isteğiyle yoğrulmuş bedenlerin asimile olmuş düşünce yapısı yaratılmış yalnızlığında kavrulurken, güven hissinden yoksun birbirini yiyen bir kitlenin çığlıklarıyla inler sokaklar. Toplum en küçük yapı taşını, “özünü” kaybetmiştir.

Kafka’nın toplumsal yeterlilik eleştirisine bir bakış açısı olarak derine atladığı sularda yüzeye ulaşmaya çalışırken kulakları solungaçlara evrilen insan, karaya adım attığında nasıl duyacağını düşünürken bulur kendini. Evrim bahsedilen süreçle doğru, insanın özüne ters orantıda etki etmiş, metamorfoz denen bağımlı bir ırk yaratmıştır. Bahsedilen bağımlılık toplumsal hayatta tek başına ayakta duramayan bireyin ruhsal doyumsuzlukları ve tatmin edemediği diğer bireylerin sonsuz eleştirel döngüsüne sebep olmuştur. Öyle ki, aynı dönüşümü yaşarken aynalardan korkan insan, bir başkasında gördüğü benlikten korkmuş, saklanmış ve refleks tepki olarak ötekileştirmiştir.

Çiftleştikçe tekilleşmiş, tutkularına yenilmiş, tatmin olamayıp tatmin edememiş, hayat döngüsünü durmaksızın başa saran ve kaostan zevk alan, yeterli gördüğü yerde huzur arayan, hiçbir zaman aradığını bulamayan çünkü ne istediği hakkında geçerli bir fikri olmayan toplumsal düşünce tarzı,başkalaşan her benliği çoğul eklerinden uzakta bir hayata terk etmiştir.  Yüksekçe bir dönme dolabın her kamarasından sarkan insancıklar ve gökyüzünde binlerce yıldız. Gökte yeri, yerde göğü arayan gözleriyle birbirlerinden bahsedip, söylenecek daha fazla şeyi kalmayınca içinde bulunduğu insanları, şehri, deriyi terk eden çok sayıda hayat,

Çokça kelebek.

Tek bir dünya, üstünde yaşadığımıza inanılan, üstünde yaşayan milyonlarca dünyaya ev sahipliği yapan.

Bambaşka galaksilerin sonsuzluğunda bir dünya üstünde yaşayan milyonlarca dünya, her gün bir o kadar güneşin çevresinde dönüyor ve bir o kadar uydu da o dünyaların çevresinde dönüyorken, saf üstünlükten, değişimin, başkalaşımın ya da yalnızca yaşanılmış standart bir hayatın tekilliğinden bahsedilebilir mi?