Telefon hiç olmadığı kadar sert çalıyordu. Saate bakabildi kısık gözle. 03:58. Hayırdır diye geçirdi içinden. Uzandı şarjdan çıkardı , ekrana zar zor bakabildi. ”Bu saatte kayıtlı olmayan numara?” diye düşündü ; ”kesin bir sıkıntı var. ”

-Alo?
-Evet benim.

Başka bir sözcük dökülmedi ağzından.  Kendini bir anda yataktan attı. Üstüne ne bulduysa giydi. Hava soğuktu. Ama o an havaya göre giyinmeyi dert edemeyecek kadar telaşlıydı. Sigarasını, telefonunu, cüzdanını kontrol etti. Anahtarları elne aldığı gibi çıktı. Hala şoktaydı. Kendisi de farkındaydı. Belki doktor olmasının kendisine en büyük katkısı buydu. Her anının ne olduğundan emindi. Hızlı bir şekilde çalıştırdı arabayı. Camları açtı. Bir elinde telefonla tüm hıncını arabadan çıkarırcasına sürmeye başladı arabayı.

İsmail ile Fatihin telefonu açacağını biliyordu. Çok yakınlarıydı. Bu saatte tek çıkmamalıyım yola diye düşünmüştü. Zaten sürecek gibi de değildi. Tek odaklandığı bir an önce yola koyulmaktı. İsmail ikinci, Fatih dördüncü arayışta açtı. Kısaca durumu özetledi. İkisinin de kurabildiği tek cümle vardı:

”Tamam, beş dakikaya hazırım”

15 dakika oldu olmadı otobandaydılar. Sürücü koltuğunda İsmail, önde de Fatih oturuyordu. Arabadaki sessizlik geceden keskindi. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Kafasını yasladı soğuk cama. Nasıl yani diye düşündü. Öldü mü? Ölecek mi? Ağır demişlerdi durumu. Arabadayken, sorumlu doktorla bir daha konuşmuşlardı zaten. Şu an ameliyatta olmalıydı. Her gün onlarca ölüme canlı tanık bir insan, bir ölüm karşısında gardını nasıl bu kadar çabuk  indirebilirdi? Bir daha sesini duymayacağım yani diye düşündü, bir daha bakmayacak bana. Beraber gülemeyecekler miydi artık kimselerin gülmediği şeylere? Ruhu çekiliyor gibi hissediyordu.  Aklı almıyor gibiydi. Bir süre rüyada olduğuna bile inanır gibi olmuştu. Ama hissettiği acının, gerçekliğin süzgecinden geçtiği çok aşikardı.

Kaldırdı kafasını camdan. Bir sigara yaktı. İlk tanışmalarını düşündü. Gördüğü an erimişti içi. Yine aynı hissi duydu. Aklına her geldiğinde, her gördüğünde olduğu gibi.

Bir şiir daha okuyabilirdim ona dedi, bir şarkı daha söyleyebilirdim. Daha çok erken diye sesli bir iç çekti. Bir nefes aldı sigaradan, derinden. Niye daha fazla bakmadım ki yüzüne dedi, imkanı da vardı oysa. Niye daha fazla güldürmedim? Niye daha uzun uyumadım? Niye her seferinden daha çok koklamadım; daha çok öpmedim? Hiç bir şeye doymadığını, aslında doyamayacağını bir kere daha fark etti.

Saate baktı, henüz otuz dakika geçmişti. Söndürdü sigarasını. Tekrar dayadı kafasını cama. Yorgundu zaten.

Kendini bir sahnede buldu. Üstüne baktı en sevdiği takım elbisesini giymişti. Boş bir salonda bir piyano başındaydı. Parmaklarını tuşlarda gezdirdi. En son ne zaman çaldığını hatırlamıyordu. Ama kendisini en iyi bu şekilde anlattığını her daim söylerdi. Açtı kollarını. Oturttu parmaklarını. Aklına ilk geleni çalmaya başladı. Kapadı gözlerini. Notaları hiç bu kadar hissetmemişti. Ahengi damarlarında hissedebiliyordu. Bir an bir kapı çarpma sesi geldi. Salona doğru döndü bir kapı göremedi. O an İsmail dürttü.

– Abi kalk. Bir mola verelim.

Uyuyakalmış olmalıydı. Saate baktı, 6:45.

Üç çay istedi Fatih. Sonra o soruyu sordu. ”Nasıl olmuş?” O ana kadar kimsenin ağzını bıçak açmamıştı.

Kısaca özetledi Mesut. Trafik kazası dedi. Yolda buzlanma varmış. Süratliymiş. Kontrol kaybedince işte … deyip devamını getiremedi. Yüzünü diğer tarafa doğru çevirdi. Bir nefes daha sigara çekti. Soğuk yüzüne yüzüne vuruyordu. Çayları hızlıca içip vakit kaybetmeden arabaya döndüler, tekrar yola koyuldular.

İsmail bu sefer daha hızlı sürüyordu. Hala ameliyattalardır diye düşündü Mesut. Bu iyi bir şeydi. Kötü bir şey olsa haberi gelirdi. Sürüyor ameliyat dedi bir nebze soğudu içi.

Çıkardı telefonunu. Kendilerine ait fotografların olduğu albümü açtı. İçinde gezinmeye başladı. Her fotoğraf farklı bir his, her video ayrı bir hikayeydi. Hepsini teker teker açtı, baktı. Bazılarına birden fazla. Daha yapacakları çok şey vardı. Gidecekleri ülkeler, katılacakları festivaller, izleyecekleri filmler… Ölümü hiç bu kadar yakından hissetmemişti Mesut. Daha önce bir yakınını kaybetmeyen şanslı bir o kadar da nadir insanlardandı. Fakat ölüm bu sefer ensesindeydi. Ama onu almamalıydı. Daha çok erkendi. Kötü düşünme dedi kendi kendine. Son ana kadar mücadele edecekti. Emindi bundan. Hem kendisini bırakmazdı tek bunu da biliyordu. Tekrar koydu gözlerini yollara. Hava aydınlanmıştı. Kar kaplamıştı yol kenarlarını.

9:40 gibi varmışlardı. Bu hastaneyi biliyordu. Yeni gelmişti aklına. Tıp fakültesinden bir dönem arkadaşı da burada çalışıyordu. Ameliyathane kapısındayken onu aradı ilk. Ömer duyar duymaz indi yanına. Sakin olmasını istedi.  Ameliyathaneyi aradı. İçeriden bilgi istedi. Mesut’a ameliyatın devam ettiğini, hasar görmüş bir kaç organ olduğunu onları toparlayıp kapatacaklarını söyledi. Hastalarının kendisini beklediğini en kısa zaman da döneceğini de ekleyerek polikliniğe çıktı tekrar. Oturdu Mesut bi köşeye. Bazen hastanedeyken kendini evinden rahat hissederdi. Bu kadar alışık olduğu bir ortamda hiç bu kadar yabancı kalmamıştı. Stresten soğuk soğuk ter akıyordu alnından. Elleri buzdan farksızdı.

Gözleri kamaştı bir an. Işık geçince sahnede olduğunu fark etti. Piyanonun başındaydı. Koydu tekrar ellerini, bu sefer Serayın en sevdiği şarkıyı çalmaya başladı. Bittikçe başa sarıyordu. Her notada farklı bir bakışını hatırlıyordu sevdiği kadının. Onun kokusunu duyuyordu bir yandan. Bir daha ona çalamayacakmışcasına basıyordu tuşlara. Bir yandan gözünden yaş geliyor; bir yandan gülümsüyordu. Bu kadar büyük bir duygu seline kapılmamıştı. Terliyordu, yorgundu da ama durmuyordu. Gülmeyi kesti; bu sefer sadece yaş boşalıyordu gözlerinden. Açtı gözlerini de. Şarkının son bölümündeydi. Bir an yavaşladı. Gayr-i ihtiyari salona doğru döndü. Son birkaç notada en arkada bir çift göz görür gibi oldu. Şarkıyı bitirdi. Ayağa kalkmasıyla tek kişilik bir alkış duydu. O an emin oldu birinin olduğuna. Ama göremiyordu; salon karanlıktı. Koluna gözlerini sildi. Birinin kendisine seslendiğini duydu. Salona döndü, etrafına baktı…

-Mesut! Mesut! Ekür! Uyan , Mesut!

İçi geçmişti yine.

-Noldu? Çıktı mı?
– Çıkıyor şimdi dedi İsmail.

O an kapıdan çıkan sedyeyi gördü. Evet oydu. Hiç bu kadar güçsüz görmemişti onu ve elinden bir şey gelmiyordu. Halbuki zor durumda kalmaması için yapamayacağı şey yoktu. O ana kadar direnen gözyaşları, gözünden akmaya başladı. Hızlıca sedyenin yanına gittiler. Uyuyordu tabii ki. Ama gözleri kapalıyken bile anlardı Mesut onu. Yorgundu sevdiği. Sildi göz yaşlarını, alnından bir kere öptü ve geçecek dedi. Bir süre daha uyutacaklardı biliyordu Mesut. Sedyeyi sürmeye başladılar Yoğun Bakıma doğru.

Bu arada Seray’ın ailesi ve arkadaşları gelmişti. En son kendisiyle konuştuğu için ilk Mesut aranmıştı. Herkes perişan bir şekilde bölük bölük bekliyorlardı. Mesudun tek isteği, sağ salim çıkmasıydı. Hem söz verdiği gibi sigarayı da bırakacaktı. Bir de koç keserdi. İnanmazdı adaklara, batıl inanışlara ama o kapının başında beklerken yapacak başka bir şey kalmıyordu.

Ömer geldi. İçeri girdi. İstersen gel dedi Mesut’a. Yakınını o halde göremeyeceği tek ortamdı belki. Biraz sonra dedi. Ömer girip çıktı. Beklediklerinden çok daha iyi geçmiş dedi. Biraz daha yoğun bakımda kalacak duruma göre servise alırlar dedi. Bunları Mesut da biliyordu. Yine de teşekkür edip zorla da olsa işinin başına döndürdü.

İsmail ve Fatih ile sigara içmek için bahçeye indiler. Kafasında sürekli aynı cümle dönüyordu ”Ne olur bırakma, daha çok erken”…

Bildiği bütün duaları sayamadığı kadar okumuştu. Çaresiz anlarında insanoğlunun sığınabileceği tek alışkanlığıydı belki de. O an telefon çaldı. Hemen açtı.

– Alo?
-Tamam!

Koşarak yoğun bakıma gittiler. Uyanmıştı. Yakınlarından sadece Mesut’u aldılar. Görüş saati olmadığı için ziyaretçi alınmıyordu. Doktor olduğundan Ömer’in sayesinde girebildi. Girer girmez nerde olduğunu gördü, hızlı adımlarla vardı yanına. Kısık gözlerle bakıyordu kendisine.

”Sevgilim” dedi. Elini tuttu.

-Mesut
-Yorma kendini geçti bitti hepsi. Herkes burda. Bir şeyin yok iyisin.
-Sayende Mesut. Çok güzeldi.
-Ne çok güzeldi bir tanem?
-Piyano Mesut! Çok güzeldi!

 

Murat Kadir Sakar